MANİSA'daki Paralel Yapı operasyonunda verilen görüntü, sessizce geçiştirilecek gibi değil.
Hayır, elleri kelepçeli karakola çekilen ‘abla’ların başörtülü olması değil mesele. Başları açık olsa ne yazar, 'abla' değil de 'abi' olsalar ne! Mesele, ortada kanuni zaruret yokken ellerine kelepçe vurulması. Mesele, bu uygulamanın alenen keyfiliğe kaçması...
Polise mukavemet mi gösterdiler? Hayır...
Kaçma ihtimalleri mi vardı? Hayır...
Kaba kuvvete mi başvurdular? Hayır...
Kendilerine ya da başkalarına zarar verecek durumları mı vardı? Hayır...
Ne yapacağı belli olmayan, ellerinden her fenalık gelebilecek azılı jiletçiler, bıçaklı hapçılar mıydılar? Hayır...
Hangi gerekçeye, hangi tehlikeye binaen kelepçelemek gibi bir tedbire ihtiyaç duyuldu?
Mantıklı, ikna edici bir cevap var mı? Şu saat itibariyle hayır, hayır, hayır...
* * *
İhtimal senaryolarına göre geriye şu sorular kalıyor: Diğerlerinin gözünü korkutmak, yıldırmak, bir an önce çözülüp dağılmalarını hızlandırmak, cemaat faaliyetlerinden uzak durmaya zorlamak için mi kelepçe takıldı o ‘abla’lara?...
Yani ‘Ayrışmayan yanar’ havası yaymak üzere gözaltı işlemini başlı başına bir cezalandırmaya dönüştürmek, burun sürtmek, acıtmak için mi?...
Şayet bunun içindiyse o fotoğraf, çok yazık. Ergenekon davalarında denendi bu yöntem. Hesap içinde hesap bile görüldü. Suçluların yanına masumlar dahi katıldı. Kurunun yanında yaş da yakıldı.
Ama olan, yok yere hayatı karartılan masumlarla davanın inandırıcılığına oldu.
Ters tepmedi mi, tepe taklak çökmedi mi... Sırf ‘Dokunan yanar’ dedirtmek için yakılan canların ahı tutmadı mı günün sonunda?
* * *
O günle bugün arasında çok ciddi bir fark var üstelik.
Ergenekon davalarını destekleyen kesim, dönen dümenlere zaman içinde peyder pey uyanmıştı, ilk anda değil.
Yargının tasarruflarından şüphelenmeye, polisiye uygulamaları sorgulamaya geç başlamışlardı.