NEW YORK'ta son gecemiz, bir fısıltıyla çalkalandı. Yatmaya hazırlanırken aldım tüyoyu. Önemli bir gelişme olacağı söyleniyordu. Ayakta kalıp beklemeye başladım.
Bu bekleyiş, rehin düşen Musul Konsolosluğu çalışanlarının aylar sonra IŞİD'den kurtarıldığı geceyi hatırlatıyordu bana. Yine bir yurtdışı seyahatinde, Bakü'deydik. Sabaha karşı otel odalarımızda uykudan kaldırılıp basın açıklaması için apar topar bir salona toplanmıştık. Olağanüstü bir durum vardı ama ne olduğu hakkında en ufak bir fikrimiz yoktu. Bilenler de bir şey çaktırmıyordu, tüm resmi ekip ağızlarını kapalı tutmaları için sıkı sıkıya tembihlenmişti. Müthiş bir heyecan hâkimdi ortama, nefesler tutulmuştu. Derken Başbakan Davutoğlu karşımıza geçip o şahane müjdeyi vermişti.
Bu kez nasıl bir sürpriz yaşayacağımız ise henüz bir muammaydı...
Üstelik New York'taki son günümüz için bir yazı konusu tasarlamıştım, çöpe gider mi diye hayıflanmıyor da değildim bir yandan.
* * *
Konu şuydu. Kafilemizin fırsat bulan kısmı, giderayak kültür sanat faaliyetlerine merak sarmıştı. Şaşırıp akşam için canlı caz dinlemeyi planlayan mı ararsınız, Broadway'de birlikte şov izlemeye gelecek aylaklık arkadaşı bakınan mı...
Gün içinde modern sanatlar müzesi MoMA'ya yolu düşen en az iki heyet üyesi yakalamıştım. Hatta müze mağazasından, Bedri Baykam'ın boş çerçevesini çağrıştıran boş kadranlı bir saat alıp koluna takmıştı biri. Göstergesiz soyut saat kavramıyla da tanışmış oluyordum bu sayede.