MEHMET Yaşin, pazar günü Hürriyet'te ballandıra ballandıra çocukluğunun Kurban Bayramı sofralarını anıyordu. 'O eski bayramlar mümkün mü' başlıklı yazısında. Hangimiz, hangi bayram sormuyoruz ki bu soruyu...
Bir de anlatan, ağız sulandırma üstadı bir gurme olunca
sokakları buram buram et kokan, evleri keten masa örtüsü kokan bir
mahalleye alıp götürüyor bizi. En uzak hatıralardaki tatlar bile
burunda tüten canlı lezzetlere dönüşüyor.
Bir de annesinin tadı damağında kalmış bayram yemeklerini tarif
edişi var ki; düğün çorbaları, yaprak sarmalar, pilavlar...
Bir de babasının sebzeli, baharatlı ve bol acılı saç kavurmalarını
yâd edişi var. Suyuna taze somun ekmeğini bandırır gibi...
Bayramlaşmak için ziyarete gelenlere ne mi ikram edilirdi? Hacı
Bekir lokumlarıyla likör ve sair meşrubatın yanında sunulan
kalburabastıları da sayıyor tabiatıyla.
İple çektiği bir bayram sabahına pürneşe uyanmanın heyecanını da
tekrar yaşıyor:
"O anları hiç unutmam. Pencerede, babamın namazdan dönmesini
beklerdik. O gelince arka bahçede kurban kesilecek, ayağından ağaca
asılacak, sarkan ayaklarından birinden açılan delikten balon gibi
şişirilecek ve derisi yüzülecekti. Sonra parçalara ayrılıp konu
komşuya dağıtılacaktı...
Babam bize düşen parçalardan birini küçük küçük doğrar, kavurmalık
eti hazırlardı. Bugünün vog tavalarına benzeyen siyah bir sacımız
vardı. Babam o sacda yapardı kavurmayı. Önce biraz kuyrukyağı atar,
o erirken etleri boca eder, çevire çevire kavururdu. Pişmeye yakın
içine bir miktar domates, birkaç tane yeşil biber ilave ederdi.
Ateşi kapattıktan sonra da bol kekik ve kırmızı biber
serperdi...