HANİ Yalçın Akdoğan başkanlığındaki hükümet heyetiyle Sırrı
Süreyya Önder'in sözcülüğünü yaptığı HDP heyeti, Dolmabahçe'deki
başbakanlık ofisinde toplanmıştı. Orada basına karşılıklı
açıklamalar yapılmıştı. Günlerden 28 Şubat'tı...
Hani aynı gün, PKK'ya silah bırakma çağrısı yapmanın HDP'nin de
Öcalan'ın da üstüne vazife olmadığı yönünde sesler yükselmişti
Kandil cenahından. İş ciddiye biner gibi olunca, silah bırakılacağı
beklentilerine 'demagoji', 'yanıltmaca', 'halkı kandırmaca' ve
'safsata' demeler, sağa sola yalpa vurmalar başlamıştı...
Hani bilahare Cumhurbaşkanı Erdoğan da devreye girip orada
verilenin yanlış bir fotoğraf olduğunu, mutabakattan filan söz
edilemeyeceğini söylemişti...
Ve bunlar hep 7 Haziran'dan önceydi...
Sonra seçim oldu, sonra PKK halka silahlanma çağrıları yaptı, sonra
Suruç katliamı oldu, sonra PKK vites büyüttü, saldırılarını
artırdı, terörünü katladı... Sonra hükümet, hava harekâtlarına
girişti. En nihayet, çatışmalı ortama geri döndük...
Günün sonunda da bütün kabahat, Dolmabahçe mutabakatı olarak
ünlendirilen işte o görüşmenin üstüne kaldı.
'Mutabakat mutabakat' dedikleri de maksatlı bir çarpıtma değilse
şayet, bir yanlış anlamadan ibaret çıkmasın mı halbuki!
* * *
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, dün bir kez daha
"Dolmabahçe'de okunan ortak metin falan değildi. Onlar Öcalan'ın
çağrısını okudular, ben de hükümetin duruşunu ifade ettim. Buna
mutabakat değil, belki irade beyanı denir" dedi.
Haklıydı... Mutabakatı yansıtan müşterek bir deklarasyon metni
yoktu. Karşılıklı niyet ya da iradeleri ortaya koyan beyanlar,
basın açıklamaları vardı.
Nasıl olup da adı Dolmabahçe mutabakatına çıktı, anlayana
aşkolsun.
Gerçekten mutabakat olup olmadığında bile mutabık kalamamışken
masayı ilk kimin tekmelediği konusunda mutabakat sağlamalarını
bekliyoruz, o da ayrı mesele.
Daha anlaşıp anlaşmadıkları konusunda bile anlaşamıyorlar. İlk
hangi tarafın yan çizdiğinde ortak bir anlayış hasıl olabilir mi
aralarında?