Dört askerin taşıdığı bayrağa sarılı bir tabutun önünde gururla dikilmiş, kabaran göğsünden kalbi her an fırlayacakmış gibi görünen, kabına sığmadığı her halinden belli bir şehit babası. . . O fotoğraf karesine, ilkin bir arkadaşım dikkatimi çekti. Daha ilk görüşte ‘fazla’ gelen bir duygusu vardı, hak vermiştim. Elleriyle arkaya doğru uzanıp tabutun iki ucundan tutmuş, şehit evladının naaşını omuzluyordu. Ama şehit babası olmanın gururundan ‘fazla’sını anlatmak istiyordu sanki duruşu. Beden diliyle bize bir şeyler demeye çalışıyor gibiydi. Söze dökemediği, dilin ifadede aciz kaldığı, kadrajın almadığı fakat açılacak kimse de bulunamayan bir şeyler. İçinde daha fazla bastıramadığı, bir sel taşkını gibi o görselde kendini dışavuran isyanın ne olduğu, neye olduğu ortaya çıktı.