"Gülümse” şiirinde Kemal Burkay, “Belki şehre bir film gelir” diyordu.
Yeni bir filmse güler tabii yüzünüz.
Peki ya şehre gelen eski, kabak tadı vermiş bir filmse!...
Devlet yetkililerinin, “görevim icabı mahrem bilgilere sahibim” sözleri, tanıdık mesela. Gözünüz ısırıyordur bir yerden.
Bu filmi daha önce dehşet içinde seyretmiştik gibi geliyor, ilk değil sanki.
Böyle şeyler duyunca, beni yine de bir gülümseme alıyor. Fakat acı acı.
Kişilerin özeline ait “mahrem bilgiler”e sahip olduğunu söylemek ve bunu rakiplerine karşı siyaseten kullanmak, hangi “görev icabı” olabilir?
Suçla mücadele kapsamında bir görev olmadığı açık.
Suç içeren bir bilgiyse gereğinin nasıl yapılacağı kanunda yazıyor.
Rakip partililere karşı siyaseten kullanmak, zaten görev icapları arasında olamaz.
Devlet gücüyle kişilerin özeline ait gizli bilgilere ulaşma görevi, bildiğim kadarıyla kimseye verilmiş değil.
Aksine kanun, özel hayatın mahremiyeti ve kişisel verilerin korunmasını emrediyor. Güya Anayasal güvence altında bunlar.
Güvenlik birimlerinin istihbarat toplama yetkisi de kanunla tanımlanıyor. Kötüye kullanılamaz. Siyaseti dizayn gibi amaçlarla rakiplerin dinlenmesi de izlenmesi de yasak.
Filmin eski versiyonu, yatak odalarına kamera koymaya varmış; bu da derin devlet çeteleriyle, cunta yapılanmalarıyla, vesayetçilerle mücadele adına haklılaştırılmıştı.
O filmin mutlu sonla bitmediğini hatırlıyorsunuz.
Karşı çıkılsa, bile bile meşrulaştırılmasaydı, film 15 Temmuz darbe girişimine kadar uzamazdı. Sonu da daha az acılı, acıklı olurdu.
Telekulak skandalları, yasadışı ortam dinlemeleri, sahte delil ve suç uydurularak kurulan kumpasların bedeli hala ödeniyor.
2010’daki kaset kumpaslarında yumulan gözler, fal taşı gibi açılıp uyansaydı, film yine kısa kesilirdi.
Oysa kaset kumpasları soruşturması bile 6 yıl bekledi, ta 2016’da raftan indirildi.