Büyük İslam Medeniyeti zirveye ulaştığı dönemlerde sadece askeri ve siyasi başarıyla yükselmedi. İslam'ın şahika noktasına ulaştığı müstesna dönemlerde en güçlü temel değer şüphesiz ahlaktı. Yüksek ahlak yüksek medeniyeti üretiyordu. Ahlaki temel sağlam olmasaydı üzerine inşa edilen medeniyet de güçlü ve parlak olamazdı. Ahlak deyince akla sadece cinsel ahlak ve sosyal yaşama dair dar kapsamlı ahlaki ilkeler gelmemeli. Evet iffeti korumak büyük bir ahlaki fazilettir ama en az onun kadar bir başka değerli ahlaki fazilet ilmin namusunu korumaktır. Başka bir ahlaki fazilet ümmetin kendisine emanet ettiği her türlü değere sahip çıkmaktır. Kamu malına göz dikmemek ve kamu ahlakını ayakta tutmak da bir diğer büyük ahlaki fazilettir. Bunu yanında ahlakla ilişkilendirilebilecek bir diğer alan ise adalet ve hukuktur. Adaletin söndüğü yerde kaos ve zulüm vardır. Adaleti ayakta tutabilen toplumlar ve devletler büyük medeniyetler kurabilirler. Ticaret ahlakının sağlam olması iktisadi yapıyı güçlü kılar. İktisaden ahlaklı ve güçlü olan bir ekonomik düzen siyasi yapıyı da besler ve güçlendirir. Bütün bu alanlar şüphesiz birbiriyle ilişkilidir ve birbirini tamamlar. Eğer bugünün Müslümanları olarak yeni bir medeniyet iddiası ortaya koymak istiyorsak önce ahlaki faziletleri güçlü bir şekilde kuşanmak zorundayız. En basit düzeyden en yüksek alana kadar her kademede sağlam bir ahlaki zemine ihtiyacımız var. Takiyyeyle, yalancılıkla, arkadan dolanmakla, sorunları sürekli ötelemekle, kötülüğü sürekli örtbas etmekle yol alınamaz. Açıklık, şeffaflık, dürüstlük ve hesap verilebilirlik her zaman kazandıracak yaklaşımlardır. Öncelikle kamusal alanda bunların güçlü bir şekilde tesis edilmesi gerekiyor.
Fikri Çoraklaşma Eylemi de Çölleştiriyor
Fikrin kısıtlanması, baskı altına alınması, fikre değer verilmemesi, fikrin önemsenmemesi, düşünen, üreten beyinlerin sürekli ötelenmesi ve başka alanlarda güç edinmiş kişilerin bunlara nazaran daha çok önemsenmesi bir toplum için felaket belirtileridir. Fikrin olmadığı yerde üretim olmaz, ilim olmaz, düşünce olmaz, gelişme olmaz, medeniyet olmaz. Proje üreten bir yönetim sistemi yerine projesizlik ve siyasetsizlik kısır döngüsüne mahkum olmuş bir yapı toplumda hakim hale gelir. Kısa vadeli başarılar aldatıcıdır. Orta ve uzun vadeli, kalıcı başarılar yakalamak için fikre ve düşünceye, fikir ve düşünce adamlarına değer vermemiz gerekiyor. Bu, muayyen zamanlarda fikir ve düşünce adamlarına ödül dağıtmakla değil onların fikri üretimlerini iş süreçlerine dahil etmekle, karar aşamalarına katmakla olur. Kültürel iktidarı da deruhte etmek istiyorsak yazarlara ve düşünce adamlarına işadamlarından ve para babalarından daha çok değer vermemiz gerekiyor. Aksi takdirde fikrin olmadığı yerde eylemin de çölleşmesi mukadderdir. Gelecek yüzyıl cebi para dolu olanların değil, beyni fikir ve düşünce ile dolu olanların asrı olacaktır. Zira insanlığın sürüklendiği büyük felaketler para ile çözülemeyecek kadar derin ve karmaşık hale geliyor. Türkiye bu vehametin artık farkına varmalı.
Siyaset ve Bürokrasideki Sığlık
Siyasi ve bürokratik yapıdaki düşünce ve eylem sığlığı derde deva, sadra şifa projelerin üretilememesi ile sonuçlanıyor. Uzaktan bakınca Ankara problem çözmek yerine problem üreten bir merkez olarak görülüyor. Bürokraside ek gösterge savaşlarının, siyasette güç ve hakimiyet mücadelelerinin Ankara'nın ufkunu daralttığını müşahede ediyoruz. Fikri zemin zaten zayıf ancak insan kaynağının böyle bir kuraklığa mahkum edilmesi daha da vahim. Çok değerli, basiretli, çalışkan ve proje sahibi memurlar da var. Ancak nedense bu kitlenin sesi soluğu pek çıkmıyor. Eyyamcı güruhu herhalde bu kitlenin sesini kısmak için elinden geleni yapıyor. Öne geçme, koltuk kapma sevdası ve siyasi hırs başarılı ve düzgün insanları sistemde nefes alamaz hale getiriyor. Kurumların başındaki siyasi ve bürokratik elit ise sorunlarla yüzleşmekten ziyade sorunları örtbas etmeyi, ötelemeyi tercih ediyor. Başarılı gözükmek için rakamlarla, istatistiklerle oynuyor. Diğer taraftan kurumların ve devletin gücünü millet lehine geliştirmek yerine kendi ekonomik ve siyasi güç alanını genişletmenin mücadelesini veriyor. Böyle bir insan profili ile Türkiye gelişemez. Kamu yönetiminin sorun çözme odaklı olarak yeniden yapılandırılması, siyasetin ise cebi değil beyni dolu olanlara değer verir bir kurum olarak yeniden formatlanması gerekiyor. Zor ama imkansız değil.
Kitap, kitap, kitap…