Akif Çarkcı Milat Gazetesi

Ankara: Papatya tarlası mı? Haşere yuvası mı?

Çok değil birkaç hafta önce siyasi kariyer peşinde koşanlar, birbirlerine şu soruyu soruyorlardı: Aday adaylığına aday mısınız? Aday adaylığına aday olanlar bir hafta evvel aday adayı da oluverdiler....

09 Mayıs 2018 | 334 okunma

Çok değil birkaç hafta önce siyasi kariyer peşinde koşanlar, birbirlerine şu soruyu soruyorlardı: Aday adaylığına aday mısınız? Aday adaylığına aday olanlar bir hafta evvel aday adayı da oluverdiler. Şimdi birkaç hafta sonra da içlerinden bazıları aday olacaklar ve seçime milletin vekili olmak üzere iştirak edecekler. Aralarında seçilenleri olup meclise gidenleri olacağı gibi seçilemeyerek eski hayatına devam edenleri olacak.

Siyaset bir yönüyle zevkli, bir yönüyle de çileli bir iştir. Ancak işin içine girildikçe anlaşılır ki çileli yönü zevkli yönünden fazladır. Ankara dışından bakınca Ankara herkese çok cazip gözükür. Orada bir başkent var, meclis var, cumhurbaşkanlığı var, başbakanlık var bakanlıklar var, devasa kurumlar var… Dışarıdan bakınca o koca devlet müesseseleri gözünüzde büyür de büyür. TBMM çok cazip gelir mesela insanlara. Vekil olmak, kırmızı meşin koltuklarda oturmak, meclis kürsüsünden nutuk atmak… Bütün bunların hayali hoştur siyaset işine sevdalı olan için. Ancak hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değildir. Her nimetin bir külfeti vardır. Bugünün dünyasında siyaset işinin külfeti nimetinden çoktur. Külfeti manevi olarak karşımıza çıkar. Kamu işine heves eden ve bunu ihtirasla isteyen için manevi külfet katlanarak gider. İnsanların çoğu da kamu işleri için kendiliklerinden görev isterler, genellikle kendileri birtakım makamlara talip olurlar. Oysa ki aslolan talep edilen değil, matlup olunan olmaktır. Yani görev istenmez verilir. Bir görevi kendiniz talep edip bir makama gelirseniz bunun manevi mesuliyeti görevlendirilerek gelmenizden kat be kat fazladır. Ayrıca çağırılırsanız kıymetiniz daha fazla olur, kendiniz koşarsanız en ufak bir sendelemede kayışı koparırsınız. Bilmem anlatabiliyor muyum.

Hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değil. Siyasete soyunanlar için söylüyorum: Bin kere düşünüp bir kere biçmeniz tavsiye olunur. Ankara dışarıdan bakınca yemyeşil otların içinde papatya tarlası gibidir, böcekleri ve haşeratı o tarlanın içinde yürümeye başlayınca hissedersiniz, yani sağınızdan solunuzdan ısırılmaya başlandığınız zaman… Parasal olarak güçlü değilseniz, arkanızda sağlam birileri yoksa, tanınmıyor, bilinmiyorsanız enerjinizi, zamanınızı boşuna harcamayın. Umut dünyası denilen şey öyle büyük sürprizlerle dolu değil. Ayrıca işin manevi sorumluluğunu da unutmayın. Aday olamazsanız ya da seçilemezseniz hiç üzülmeyin bunda da sizin için bir hayır vardır. Belki de Allah sizi çok sevdiği için bir musibetten kurtarmıştır. Bilemezsiniz, bilemeyiz.

***

Miras Olarak Kime Ne Bırakacağız?

Siyaset, ticaret, eğitim, kariyer… Hepsi birer araç, hepsi birer payanda… Aslolan niyetimizin ne olduğudur. Nerede duruyorsak duralım, ne iş yapıyorsak yapalım, ne olursak olalım. Aslolan memlekete, Müslümanlara ve insanlığa ne hizmetimiz, ne katkımız var? Önemli olan budur. Eğer hayatın içinde bir katma değer üretemiyor, çevremize, insanlığa faydalı olamıyorsak ne yaptığımız işin bir önemi var, ne de bulunduğumuz mevkiinin. Gelecek kuşaklara bırakacak maddi manevi bir değerimiz yoksa, yaşadığımız hayatın da bir anlamı yok. Bizden sonrakilere para, yat, kat bırakmaktan bahsetmiyorum. Gelecek zamanlarda memleketin, insanlığın ve ümmetin işine yarayacak, hayrına olacak bir miras bırakmaktan bahsediyorum. Belki yazılı ya da mimari bir eser, belki bir buluş, bir çeşme, cami, okul, belki değer, ilke, maddi manevi aklınıza ne geliyorsa… Belki bir şirket, bir dergi, bir gazete, bazen bir film, bir tiyatro eseri, belki yetişmiş birkaç adam. Böyle bir derdimiz var mı mesela? Bütün bu gündelik telaşımızın arasında bunları düşünmeye fırsat bulabiliyor muyuz? Mesela evladımıza ne bırakacağımızdan çok nasıl bir evlat bırakacağımız umurumuzda mı?  Aslında hayatı değerli kılan sorular bunlar değil midir? Miras olarak arkamızda kaç daire, kaç otomobil ve kaç lira bırakacağımızdan ziyade ahlaklı bir nesil, faydalı bir eser ya da işe yarayacak bir buluş bırakabilmek değil midir esas mesele? Bunlar üzerinde düşünülmeye değer konulardır. Hepimizin bazı akşamlar kendisiyle baş başa kaldığında sorması gereken sorulardır bunlar. Ne iş yaptığımız, tahsilimizin düzeyi, kaç para kazandığımız önemli değil. İlle de ardında değerli bir şey bırakmak için varlıklı, makam sahibi, eğitimli olmak gerekmiyor. Arkanda ahlaklı bir evlat bırakmak için zengin bir baba olmak gerekmiyor. İlkeleriyle yaşayan insanların manevi mirası arkalarında bıraktıkları ilkeli ve ahlaklı evlatlardır.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Karşılıksız aşk ve siyasetin sitcom’u 01 Ağustos 2020 | 218 Okunma Bu zamana kadar neredeydiniz? 30 Ağustos 2018 | 153 Okunma Memlekete Dolar, Euro, Yuan, Ruble, Dinar Akıtacaksak 22 Ağustos 2018 | 7.097 Okunma Sarışın Şeytan (D.T) ve Ortakları: 'M.L, M.S, G.S' 15 Ağustos 2018 | 5.213 Okunma Aptal ABD ve Aptal Uşakları! 08 Ağustos 2018 | 242 Okunma