Faiz öyle büyük bir bela ki, hem ekonomik dengeleri alt üst ediyor, hem toplumsal-sosyal buhranlara sebep oluyor, hem de bireysel hayatı tahrip ediyor. Faizin olduğu yerde reel üretim geri plana düşüyor, rant üzerinden kazanç sağlamak öne çıkıyor, kredi kartları yüzünden yüzbinlerce insan mağdur oluyor, bunalıma düşüyor. Fert, aile, toplum ve ekonomik düzen faiz yüzünden büyük yaralar alıyor. Kazanan kim? Bankalar, büyük para babaları, küresel finans kapitalin görünmeyen patronları.
Sürekli faiz oranlarının yüksekliğinden şikayet ediyoruz. Peki faize alternatif bir sistemimiz, bir borçlanma çeşidimiz var mı? ÖFK’lar var dediğinizi duyar gibiyim. Tek alternatif bu değil. Neticede ÖFK’lar da belirli bir sistemin içindeler ve ister istemez ve faizli bankalarla rekabet etmek zorundalar. Öyleyse daha yerel, daha özel kurumlara ihtiyacımız var. Kredi kefalet sandıkları ya da yerel kredi dayanışma merkezleri gibi. Esnafın, işletmelerin, şirketlerin üye oldukları bir havuz oluşturulup bankaya gitmek yerine öncelikle bu havuzlar devreye sokulabilir. Bu yerel havuzlar sayesinde belki faizli bankalara olan ihtiyaç azalır.
Küresel kapitalizm finansı merkezileştirerek belli kurumların tekeline bırakırken devlet de benzer hatayı yapıp kamu bankaları eliyle faizi özendirmemeli. Şu kadar büyüklük, bu kadar mevduat derken baş tacı ettiğiniz devasa kamu bankaları kötü niyetli bir iktidarın eline geçiverdiğinde ne yapacaksınız? Türkiye’nin finansal enstrümanları yerelleştirmeye ve faize alternatif olacak sistemlere ihtiyacı var. Mesela Emin Şirketler Grubu’nun dayanışma modeli ev ve araba almak için uygulanabiliyorsa bu modelin benzerleri neden yerel ekonomik birimlerde uygulanmasın? Esnaf da pekala benzeri bir modeli esnaf ve sanatkâr odalarında uygulayabilir.
***
Helal Gıda mı helal kazanç mı öncelikli?
Eğer meşru ve helal olanın ne olduğunda bir ihtilafımız söz konusu değilse tabii ki cevap çok basittir. Helalinden kazanmazsak haram kazançla alıp yediğimiz içtiğimiz kullandığımız her şey tabii olarak haram dairesinde kalmış olacaktır. Helal gıda konusu çok önemli. Bu konuda yapılan çalışmalar da son derece kıymetli ancak, ondan önce üzerinde titizlikle durulması gereken bir başka “daha önemli” şey var ki o da kazandıklarımızın helalliğidir. Kamu ahlakının ciddi şekilde yozlaştığı bir ortamda sadece yediğimiz içtiğimiz şeylerin helalliğini sorgulamak bizi düzlüğe çıkarmaya yetecekse hep birlikte çalışalım üzerinde ama mesele bu değil. Faiz, rüşvet, yalan, haksız kazanç, hırsızlık, dedikodu, haksız rekabet ve benzeri günahlar, gayr-ı meşru işler etrafımızı çepçevre kuşatmış durumda. Bütün bunlardan kurtulmadan yani kazandıklarımızı helal hale getirmeden harcadıklarımız karşılığında elde ettiklerimizin helalliğini tartışmak biraz yanıltıcı değil mi? Kamu ihalesini rüşvetle alan adamın o parayla gittiği umrede timsah gözyaşları dökmesi şahsen bana hiç inandırıcı gelmiyor. İşçisinin hakkını yiyerek servet yığan adamın kurbanda kestiği ineğin eti ne kadar tiksindirici olur değil mi? Ya da gırtlağına kadar faiz batağına batmış birinin faiz parasıyla cami yaptırması? Bilseniz o camiye girmek gelir mi içinizden? Toplumsal ahlakı ayağa kaldırmadan kamu ahlakını uzun vadede de olsa yeniden tesis etmeden iflah olmamız mümkün değil. Gazoz şişesinin sırtına helal mührünü bassan ne olur, basmasan ne olur? O gazoz eskiden de helaldi şimdi de helal! Gazozu almak için kazandığım para helal olmadıktan sonra neye yarar! Hepimiz kendi çapımızda kazandıklarımızın meşruiyetinden sorumluyuz.