Haftada bir yazınca böyle oluyor. Maalesef gündemi en az 6 gün geriden ya da 6 gün ileriden takip etmek gerekiyor. E haliyle yazıya dökülüp yayınlanması da ayrı bir mesele, ister istemez anakronik gündem kaymasına yakalanıyoruz. Şimdi bazı arkadaşlar bana erken seçimi soruyorlar: Ne düşünüyorsun? Ben de cevap olarak şunları söylüyorum: Benim vatandaş olarak ne düşündüğümün ne önemli var? Demokrasilerde seçimler daha evvel yasalarla belirlenmiş sürelerde yapılırlar. Bu süreler dışında yapılan seçimlerin kararı vatandaştan çok siyasi elitler tarafından alınır. Bir defa bu kararda bana sorulmuş mu ben buna bakarım. Mesela erken seçim kararı alınacaksa buna vatandaşın da katılması gerekmez mi? Ben sana 5 yıllığına yetki veriyorum, sen bu süreyi erkene çekiyorsun ve sana tanıdığım süreyi hiçe sayarak bana rağmen karar alarak seçime gidiyorsun. İkinci husus erken ya da baskın seçimler demokratik meşruiyet açısından sorgulanması gereken seçimlerdir. Ne zaman aday adayı belirlenecek, ne zaman propaganda yapılacak, ne zaman iktidar ve muhalefet kendisini anlatmaya vakit ya da fırsat bulabilecek? Oldu bittiler ancak yıldırım nikahlarında, yangından mal kaçırırken filan olur. Bu boyacı küpü değil ki bugünden yarına haydi hoppa seçim yapalım!
Üçüncü bir husus, baskın seçimlerde siyasiler ve partiler henüz seçime hazırlıklı olmadıklarından çeşitli hile, hurda ve hüllelere başvurabilirler. Bu durum demokratik teamüller açısından hoş karşılanmasa da yasal olarak önü alınmış bir şey değildir. Geçmişte Güneş Motel olayı olarak tarihe geçen, bu günlerde 15 CHP’li vekilin İyi Parti’ye geçişiyle vücut bulan hüllecilik tabii ki siyasal ahlak tarafından çok da onaylanacak bir şey değildir. Ancak bu durumdan şikâyet eden siyasetçilere de şunu sormak lazım: Madem ki hileden hurdadan, hülleden şikayetçisiniz, siyasi partiler kanununu, seçim kanunu neden vaktinde değiştirmediniz? Zamanında bu kanunları değiştirip “hiçbir seçilmiş siyasetçi seçildiği partiden başka bir partiye geçiş yapamaz” maddesini koysaydınız bugün şikayet ettiğiniz durumla karşılaşmazdınız. Anayasa konusu askıda, siyasi partiler kanunu askıda, seçim kanunu askıda, o askı da bu askı da…. Zamanında samimiyetle üzerine eğilip de demokrasiyi tahkim edecek düzenlemelerini yapmamışken bugün üç-beş hülleci hurdacıya denen kızıyorsunuz? Adamlar görevini yapıyor. Mesela CHP kurulduğundan beri hülleci, hileci, hurdacı bir partidir. Ne bekliyordunuz? Aksini mi? Gelelim dördüncü meseleye. Neden Devlet Bahçeli, çok değil bir-iki yıl evvel “ver Bilal’i al bilmem neyi” diye meydanlarda bas bas bağırırken ne oldu da bir anda Erdoğan’ın yanında duruverdi? Bunun sebebi sadece 15 Temmuz, Afrin harekatı, ülkenin beka meselesi midir? Ne oldu da hiç kimsenin haberi yokken Bahçeli bir anda ortaya çıkıp “erken seçim” dedi? Muhtemelen böyle bir çıkış yapılacağından Reis’in de haberi yoktu. Ne oldu beyler? Biraz düşünmeye davet ediyorum sizi!
Haziran ayında, AK Parti’ye, Reis’e ve milletin varlığına vurulacak bir darbeyle karşılaşmayacağımızın garantisini kim verebilir? Nedir bu apar topar seçim kararı? Bahçeli’ye “git erken seçim yapalım de” diyenlerin planı, proğramı ne? Sahne arkasında hangi filler tepiniyor? Birileri ülkenin eksen kaydırdığını, rayından çıktığını mı düşünüyor? Washington, Moskova, Tel Aviv, Londra gibi merkezlerin bu kararda etkisi, dahli var mı? Devletin derinliklerinde bir kavga varsa bunun boyutları nelerdir? Bu soruların cevabı verilmeden erken seçim meselesi anlaşılamaz. Üzerinde hep birlikte düşünelim. O zaman erken seçimle ilgili düşüncelerimiz daha bir olgunlaşacaktır. Allah’tan temennim şudur ki Allah devlete, millete zeval vermesin. Varlığımıza, bütünlüğümüze zarar vermeye kalkacak şer odaklarından Allah bizi korusun. Allah Reise güç kuvvet versin. Etrafındaki dalkavuklara Allah akıl fikir ihsan etsin, Ankara’daki maymun bürokratları Allah ıslah etsin, onun bunun peçetecisi olmaktan Allah onları kurtarsın, gerçekten milletin adamı olsunlar ve millete hizmet eder hale gelsinler! Allah Reis’i Ankara’daki tüm çıkar çetelerinin, medya maymunlarının, siyaset hokkabazlarının, bürokrat yosmalarının şerrinden muhafaza buyursun. Allah Reis’e de bize de ne pahasına olursa olsun doğruyu söyleyen yarenler, dostlar nasip etsin. Bu ülke kendi çıkarından başka gözü hiçbir şeyi görmeyen, üç kuruşluk devlet menfaati için millete ihanet eden, hangi düzeyde olursa olsun arakasındaki lobilerin çıkarlarını milletin çıkarlarının üzerinde gören aşağılık, peçeteci, maymun, sahtekar, hokkabaz, dansöz, hain ve kalibresiz memurlardan, siyasetçilerden çok çekmiştir. Her dönem bunlardan bolca vardır ortalıkta ve olmaya da devam etmektedir. Allah devlet ve siyaset adamlarımıza akıl, fikir, feraset, basiret, güç kuvvet versin de inşallah bu seçimlerde bunların en az yüzde 65’i tasfiye edilsin. Temennimiz budur. Maalesef Adalet ve Kalkınma Partisinde AKP’lilerin sayısı AK Partilileri, devlet bürokrasisinde de çıkar ve menfaat çetesi, lobici maymunların sayısı gerçek devlet ve millet adamlarının sayısını kat be kat aşmış bulunmaktadır. Allah bu milleti kendisini milletin üzerinde gören devlet adamı ve bürokratlardan, Allah AK Partilileri de AKP’lilerin şerrinden korusun. Amin! Benim erken seçimle ilgili temennim, duam budur!
***
Haydin Tiyatroya!
Sahne sanatlarının dönüştürücü, etkileyici, eğitsel ve estetik bir tarafı var. Bu noktada tiyatronun müstesna bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Belli bir zaman kısıtında, belli bir mekanda belli bir kadro ve senaryoyla, interaktif bir biçimde insanlarla mesajınızı, öykünüzü, tebliğinizi, sazınızı, sözünüzü sanatsal ve estetik yöntemlerle paylaşabildiğiniz bir zenginlik tiyatro. Bu yönüyle bakıldığında sanatın dönüştürücü gücünün tiyatroda daha baskın hissedilebileceğini iddia etmek mümkün. Şahsen benim üzerimde de izlediğim bazı oyunların ciddi tesirleri olmuştur. 1990’lı yılların başında rahmetli Hasan Nail Canat ve ekibinin sahnelediği “Bana Mahşeri Anlat” isimli eser ahiretle ilgili itikadımın pekişmesi, düşüncemin daha da derinlemesine yerleşmesi bakımından derin izler bırakmıştır. O günün sahne teknolojisiyle, o günün şartlarında rahmetli Canat’ın da bizzat oynadığı oyun hala hatıramdadır. Hasan Nail Bey vefat etti. Ancak Ulvi Alacakaptan gibi yaşayan değerler hâla aramızdalar ve aktif konumdalar. Ancak üzülerek söylemeliyim ki tiyatroya olan ilgi eskisi gibi değil maalesef. İzleyici kitlesi azalmış vaziyette, TV dizileri daha çok müşteri topluyor, kültür-sanata yatırım yapan kurumlar ise tiyatro konusunda biraz ketumlar. Yani ne izleyici eski izleyici, ne de bu ürünlere sahne açacak kurumlar eski kurumlar. 1980’lerde ve 1990’larda özellikle İslami kesim tiyatro konusunda daha canlıydı. İslam dünya görüşünü benimseyen sanatçılar daha çok oyun sahneliyorlar, belediyeler, kurumlar daha çok destek veriyorlar, milli ve yerli düşünceye önem veren kitleler de bu konuda daha takipçiydiler. Ulvi Alacakaptan nasipse önümüzdeki yıl ellinci sanat yılını kutlayacak. Yüzlerce oyun, yüzlerce sahne, binlerce izleyici ve belki onlarca karakter... Bu büyük birikimin bugünün kitleleriyle daha tanışık, daha bilindik kılınması, tiyatroya olan ilginin daha da artırılması lazım. Özellikle sağ, muhafazakar, dindar kitleye sesleniyorum. Akşam olduğunda şu TV kanallarında yayınlanan dizilerden biraz kulağımızı gözümüzü ayıralım. Evet haftada belki bir dizi izlenebilir ama fazlası sizce de zarar değil mi? Onun yerine ailecek haftada bir kez tiyatroya gitsek daha güzel olmaz mı? Tabii ki daha güzel olur. Arkasına sığındığımız bahaneler ise gerçekten bahane değil. “Efendim paramız yok, dört kişilik aile hep birlikte tiyatroya gitse kaç para tutuyor biliyor musun?” diyenleri duyar gibiyim. Peki bir paket sigara kaç para? Sanırım 10 liradan aşağı değil. Bir paket sigaraya günde 10, 15, 20 TL verebilen hadi bırakalım haftayı ayda bir kez herhalde tiyatroya da gidecek parayı bulur! Televizyonun uyuşturucu etkisinden kurtularak tiyatronun estetik eğitici, dinamik iklimine girme zamanı gelmiştir. Haydin tiyatroya! Sezonun son oyunlarını kaçırmayın derim.