Bir öğrenci... Ailesine gelip okulda nasıl iyi notlar aldığını anlatıyor sürekli. Aile mutlu, çocukları çok iyi okuyor. Ama o da ne; bir gün okuldan çağrılıyor veli, çocuk bazı derslerden iyi notlar alıyor ama bir sürü dersten de meğer çok kötü notlar almakta, üstelik o derslerle ilgili hiç çaba da göstermiyor.
Bir esnaf, örneğin bakkal... Cirosunun her geçen gün giderek artıyor olmasından pek mutlu. Ama oturup bir hesap yapıyor ki karında büyüme yok. Eskiden 5’e alıp 6’ya satıyorken artık 6’ya alıp 7’ye satıyor. Elde ettiği kar aynı miktarda seyrediyor, ama diğer yandan ev kirası daha fazla artıyor; dolmuşa, elektriğe, suya verdiği parada çok yüksek artışlar yaşıyor.
Bir ülke, örneğin Türkiye... Her ay ihracatın nasıl arttığıyla, nasıl rekor kırıldığıyla övünülüyor. Ama diğer yandan ithalat da yapılıyor. Üstelik ithalat, ihracattan daha fazla artıyor. Ama ithalata giden dövizi sanki başkaları ödüyormuş, ihracattan elde edilen döviz ise tümüyle bizim hesaplarımıza giriyormuş gibi bir yaklaşım hakim.
2013 sonrasının en olumsuzu
Önce yıllık bazdaki ihracat ve ithalatın seyrine bakalım. Nisan sonu itibarıyla yıllık ihracat 161.4 milyar dolar. Bu, şimdiye kadar ulaşılan en yüksek düzey, rekor yani. Elbette sevinilecek, memnun olunacak bir durum.
Ama dış ticaret yalnızca ihracat ayaklı olabilir mi? Bir kere bu ihracatı yapabilmek için üretim, bu üretim için de ithalat gerekiyor. Elbette ithalatla karşılanan başka ihtiyaçlar da var.