Merkez Bankası’nın geçen yılın kasım ayında başlattığı TL uzlaşmalı vadeli döviz ihalelerine ilişkin olarak son dönemde iki yazı yazdık. Bu yazılarla ilgili olarak bankacı okurlardan çok sayıda görüş aldık. Ama önce gelin bu yazılarda neleri dile getirdiğimizi kısaca anımsatalım.
Bu yazıların 5 Mart’ta yayımlanan ilkinde, özellikle geçen yıl yapılan ihalelerde, ihale tarihindeki kurun görece yüksek olması yüzünden bankaların hesaplarının şaştığını vurguladık. Bankalar, Merkez Bankası’na teklif verdikleri gün kurun yüksek oluşması yüzünden vade tarihi için ister istemez yüksek bir hesabına gitmişler, tekliflerini de bu hesaba dayalı olarak yüksek vermişlerdi. Ne var ki vade tarihindeki kur gerçekleşmesi hesaplamaların tersi yönde bir hareketle düşük kalınca bankalar bu uygulamadan dolayı zarara uğramışlardı.
5 Mart itibarıyla 36 ihalenin vadesi dolmuş ve 36 ihalenin 32’sinde bankaların hesapladıkları vadeli kur, gerçekleşen kurun üstünde oluşmuştu. Bundan dolayı da bankalar bu 36 ihale için Merkez Bankası’na 4 milyon lira fark ödemişlerdi.
5 Mart’taki bu yazımızın başlığını “Bankalar yüksek kura oynadı, zarar yazdı” diye atmıştık. Bankacı dostlardan başlığa da itiraz geldi. Bu ihaleler için yüksek kur teklifinde bulunmanın bankaların işine gelmeyeceğine vurgu yapıldı.
Bu konudaki ikinci yazımızı 12 Mart’ta yazdık. Bu yazıda vadesi henüz dolmayan ihaleler için bankaların hangi düzeyde kur hesapladıklarına yer verdik. Önceki gün yayımlanan bu yazımızda bankaların dolar kurunu hangi düzeyde varsaydıklarını dile getirirken bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizdik.
TL uzlaşmalı vadeli döviz ihalelerinde verilen tekliflerle ay ortalaması bazına getirdiğimiz kurları hesaplarken, teklif verilen tarihte kurun yüksek olduğu ihaleleri dikkate almadık. Bunun en kestirme yolu geçen yıl kur yüksekken gerçekleştirilen ve vadesi henüz dolmayan ihaleleri dikkate almadan hesap yapmaktı, biz de bu yolu izledik.