Varsayalım üç büyük kulüpten biri. Çok mu çok ünlü yabancı bir futbolcuyu kadrosuna katmak istiyor. Bu futbolcu Türkiye’ye gelmek için nelere bakar?
Kendisine teklifte bulunan kulübün tarihine, ne kadar büyük başarılar elde ettiğine mi, pek sanmıyoruz. Onlar geçmişte kaldı çünkü. Kulüp asırlık çınar gibiymiş, ona ne ki!
Birlikte oynayacağı futbolcuları mı önemser, büyük ölçüde evet. Takım arkadaşları sıradansa sahip olduğu yetenekleri sergileme, gösterme fırsatı bile bulamaz, bir süre sonra kendisi de sıradan bir futbolcu gibi görülmeye başlanır.
Ya peki takımı çalıştıracak teknik direktör? Bu da çok önemlidir tabii ki. Bir anlamda patronu olacaktır teknik direktör. Hem öyle ki kendisi teknik direktörden muhtemelen daha fazla para kazanacaktır. Teknik direktörün oyun anlayışı kendisinin stiline uyacak mıdır, eski takımlarındaki antrenörleri sahada kendisine özgürlük tanımışlardı, bu kez de aynısı olacak mıdır, yoksa yeni takımının oyun anlayışında belli bir kalıba mı sokulmak istenecektir?
Peki kulüp nasıl yönetilmektedir? Sahadaki patronu teknik direktördür ama oyun anlayışı, taktik, sahaya sürülecek 11, hatta oyuncu değişikliği gibi konularda acaba kulüp başkanı teknik direktörün işine burnunu sokmakta mıdır? Eğer öyleyse bu kulüpte işler tam anlamıyla kestirilemez biçimde yürüyor demektir.
Yaş 30’u çoktan aşmış, futbolda jübile dönemi artık iyice yaklaşmıştır. Takımın durumu, teknik direktör, kulüp başkanının işlere burnunu sokması... Çok da önemli değildir. Böyle düşünen bir futbolcunun bakacağı artık alacağı paradır. Bu yaştan sonra yeniden ne milli takıma seçilecektir, ne Avrupa’nın daha üst düzey liglerine transfer olması söz konusudur. Bundan sonraki durak Çin’dir zaten. O yüzden artık yılda kaç para kazanılacağıdır önemli olan. Kulübün imzalanacak sözleşmenin şartlarını yerine getirmemesi de söz konusu değildir hem, UEFA’nın yaptırımları çok ağırdır, atıldı mı imzalar, para garantidir.