657sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılması düşünülen değişiklik, çeşitli basın yayın organlarında yer almaya başladı. Burada bazı işgüzar internet sitelerinin“Memura müjde !” başlığı attıktan sonra, iş güvencesinin artık olmayacağını aynı başlığın altına yazmalarını memurların zekâlarını küçümsemiyorlarsa eğer kötü espri yapmalarına bağlıyor ve onları geçiyorum. Ancak önemsediğim iki yazar konuya köşelerinde yer verdiler. Bu yazılardan birisi Atilla Yayla’ya diğeri ise Gülay Göktürk’e aitti.
Konu hakkında siyasilerin demeç ve açıklamalarını yine basından takip ettik. Neticede tüm yazılanlar, söylenenler bize 657 ‘de yapılacak değişikliğin iki temel gerekçesinin olduğunu gösteriyor.
İlki “verimlilik” ve “performans” gibi benim “uçucu” olarak adlandırdığım, ucu açık bırakıldığında netleştirmekten, tanımlamaktan çok belirsizleştiren iki kavrama yaslanıyor. İkinci gerekçe ise ilkine göre daha konjonktürel: Terör örgütleri ile ilintili görülen memurların memurluklarına son vermek.
İki gerekçe birbirinden farklı gibi gözükse de gerekçeleri ileri sürenlerin söylediklerine baktığımızda meselenin çözümü noktasında, dolayısıyla 657’nin aslında neresinin değişmesi gerektiği konusunda tam bir mutabakat içinde oldukları görülüyor. Bu iki bakışa göre de günah keçisi belli: İş güvencesi.
Gülay Göktürk geçen hafta “657’ye dokunmak…” başlıklı yazısında, 2004 yılında Devlet Personel Kanunu Tasarısı hazırlandığını hatırlattı. O günlerde tasarının ana hatları ile basına yansıyan kısmından söz ederek 657 sayılı kanunda öngörülen değişikliğin hedefinin ne olacağını işaret etti. 2 milyon memurun öngörülen değişiklik ile 1,5 milyonunun sözleşmeli hale gelebileceğini, süreklilik arz eden kadrolu memur sayısının da 500 bin olabileceğini belirtti. Ancak “performans” ve “verimlilik” düşüklüğünün sistemin yapısal karakterini, işleyişini, organizasyonunu dikkate almaksızın nasıl olup da çalışanlara fatura edildiğini söylemedi. Gerekli bir reform olarak taltif ettiği muhtemel değişikliğin bir dirençle karşılaşmasının da muhtemel olduğunu belirten Göktürk, yazısının devamında bu durumu şöyle ifade ediyor: