Hiçbir soru tarafsız değildir. Soru şekli işimizi kolaylaştırabilir ya da zorlaştırabilir. Hatta soru biçimlerinde çok az bir değişiklik birbirinin zıddı olan cevapları karşımıza çıkarabilir. Neil Postman'ın sarahatle belirttiği gibi; bir sorunun şekli bizi problemin çözümünü bulmaktan da alıkoyabilir.
“Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz.”, diyen Einstein'ın ikazını da bu noktada düşünebiliriz. Sorularınızın çokluğu aynı düşünce düzleminde kaldığınız müddetçe doğru cevaba yaklaşmanızı sağlamayacaktır.
Türkiye bunun bedelini ödeyen bir ülke. Eğitim bu bedelin trajik boyutlarda ödendiği alanlardan birisi. Mevcudun kifayetsizliği karşısında zaman zaman tartışmalar yaşanıyor, TV programları yapılıyor, kongre ve çalıştaylar düzenleniyor. Ortaokul öğrencisinden devletin zirvesine varıncaya kadar eğitim-öğretim sistemimizdeki aksaklıklar, eksiklikler ve yetersizlikler dile getiriliyor. Bu durumda eğitim üzerine bir tartışmanın yapılmadığını ya da sorunun fark edilmediğini söylemek mümkün değil. Ne var ki problemi fark etmiş olmak onu çözmeyi garanti etmiyor.
Burada karşı karşıya bulunduğumuz kritik eşik şu: kazmayı nereye vuracağınız bilgisinin elinizdeki kazmadan daha kıymetli olduğunu bilmek!
Eğitim mevzubahis olduğunda ellerinde kazmalarla sağa sola koşuşturan insanlar görüyoruz. Vurduğu yer itibariyle isabet kaydedeni ise mumla arıyoruz. Din, siyaset ve futbol konusunda doğuştan gelen bilgiçlik maalesef eğitim söz konusu olduğunda da otomatik olarak devreye giriyor. Kaçınılmaz manzara ise ezberler üzerinden giden ve yüzeysellik ile malul sadra şifa bir neticenin ufukta belirmediği sürekli bir patinaj hali oluyor.
Mesela, gençlerin eğitimi için “eğitim teknolojisi” adını verdiğimiz şeyleri geliştiriyoruz. Tepegöz'den projeksiyona, akıllı tahtalardan tabletlere uzanan bir donanım zenginleşmesi yaşandığı aşikâr. “Tüm bunları neden yapmalıyız?” soruna verilen cevap ise “Öğrenmeyi daha verimli ve daha ilginç kılmak için” oluyor. Bu cevap yeterli ve tatmin edici bulunuyor. Oysaki bu cevap “Öğrenme ne içindir?” sorusuna cevap vermiyor. Verimlilik ve ilgi teknik bir cevaptır ve araçlarla ilgilidir, amaçlarla ilgili bir şey söylemez. Eğitim felsefesi üzerine düşünmek için de bir davet içermez. Hatta “nasıl” sorusu “niçin” sorusunun önünü tıkamaktadır. “Niçin” sorusuna cevap vermeyen bir eğitim sisteminin olamayacağını söylemeye bile gerek yok!