Yüzlerce yıl önce Antik çağ düşünürü Seneca, bizlerin bugün için bile kullanabileceği harika bir sözü arkasında bırakarak bu dünyadan göçüp gitti.
Şöyle diyordu Seneca; “Yaygın kabul gören şeyin en iyi olduğunu düşünerek söylentiye boyun eğmemiz ve birçoğumuzun izinden gidebileceği pek çok iyi şey bulunmasından ötürü akıldan ziyade öykünme ilkesiyle yaşamamız kadar başımıza bela getiren bir şey yoktur.
Niteliği ile yaygınlığı arasında bir karşılaştırma yapıldığında modern zorunlu okul sisteminin eline kimse su dökemez. Çünkü mevcut okul sisteminin tarihsel arka planı ve tüm dünyadaki nitelik göstergeleri dikkate alındığında bu yaygınlığın beyin devrelerini yakmadan anlaşılması son derece güç.
Geçen haftaki yazımda Avrupa Birliği ülkelerinin tümünü kapsayan bir araştırmanın sonuçlarını paylaşmıştım. Araştırma Avrupa Kalkınma Ajansı (FRA) tarafından yapılmıştı ve tüm Avrupa’da fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalan kadınların ülkelere göre sayılarını veriyordu. Araştırmada kadınların en çok şiddete maruz kaldıkları ülkeler olarak Danimarka, Finlandiya ve İsveç başı çekiyordu.
Bu araştırmadan hareketle Finlandiya eğitim sistemi efsanesinin yazıda adını geçirmek gafletinde bulundum. Adını geçirmek diyorum; zira yazının temel meselesi Finlandiya eğitim sistemi filan değildi.
Yazıya ilginç tepkiler geldi. Bu tepkiler içerik olarak çeşitlilik arz ettiği kadar içlerinde ibretlik olanlar da vardı. Bu nedenle mevzuyu bu haftaya da taşımam gerektiğini düşündüm.