Şükrü Hanioğlu “İki Türkiye” nasıl ayrıştı ve kutuplaştı?, başlıklı yazısında Fransa'da 1789 sonrasında şekillenen ve II.Dünya Savaşı'nın sonuna kadar devam eden kutuplaşma için kullanılan “iki Fransa” adlandırmasına atıfla Türkiye'de her türlü birlik söyleminin aksine varlığı inkâr edilemez bir olgu olan kutuplaşmanın tarihinin ve nedeninin izini sürüyor. Hanioğlu yazısında, Türkiye'ye ilişkin tespitine geçmeden önce Fransa tarihinde kalan kutulaşmayı hatırlatmak için şu bilgiyi veriyor:
“Karşılaştırma yapmamıza imkân veren örneğimizde, Amiens piskoposunun 1895'te "İki Fransa var, bizimkisi 'iyi' diğerlerininki ise 'kötü' olandır" ifadesiyle dile getirdiği kutuplaşma yaygın biçimde vurgulanıyordu. "İşte düşman!" nidasıyla ruhban sınıfını işaret eden Léon Gambetta kısa süreli başbakanlığı sırasında bu ayrımdaki "iyi" ve "kötü" sıfatlarını farklı kesimler için kullanmış, buna karşılık, o da "İki Fransa"nın varlığını kabullenmişti. Charles Maurras da ülkenin "Laik Resmî Fransa" ve "Katolik Gerçek Fransa" biçiminde ikiye bölündüğünü iddia ediyordu.”
Hanioğlu'na göre bu örneğe Türkiye'yi yaklaştıran Erken Cumhuriyet dönemi lider kadrosunun Fransa Üçüncü Cumhuriyetini rol model alması. Buna göre bu kadro şedit laiklik yorumunu devletin resmi ideolojisinin zırhı kılarak tıpkı Fransa örneğinde olduğu gibi din ile ilişkisini onunla çatışma ve sıkı bir biçimde kontrol altında tutma olarak belirledi. Hanioğlu bu durumun ezeli olmadığını ne var ki bugün dahi süren ucu açık bir hal olduğunu vurgulayarak “Bir Türkiye” olamadığımızı belirtiyor.
Bu yönelimin sonucu olarak ülkenin sosyolojik olarak ana damarı hüviyetinde olan dindar ve muhafazakâr kitleler inanç, kültür ve yaşam biçimleri itibariyle merkezden püskürtülmüş devletin tüm ideolojik aygıtları seferber edilerek makbul görülen ideolojiye göre dönüştürülmek istenmiştir. Bu süreci mekanik bir mühendislik olarak gören kadrolar eliyle arzu edilen “değişim” için zor kullanmakta beis görülmemiş ve “makbul vatandaş” tanımlamasına terfi edemeyenler için devlet-toplum arasındaki ilişi sürekli bir olağanüstü hal havasında cereyan etmiştir. Resmi ideolojiyi içselleştirenler merkeze taşınırken devlet bir cemaat gibi davranarak ideolojisine itikadı tam olanları ayrıcalıklı kılmıştır. Vesayet sistematiği ile ayrıcalıkları garanti altına alınanlar ile çevreye püskürtülen kitleler arasındaki yarılma Türkiye'deki çok parçalı kutuplaşmayı sürekli kılmıştır.
Demokrat Parti'ye teveccüh halkın geniş bir kesimince istinasız biçimde Resmî Türkiye'nin yegâne temsilcisi olarak görülen CHP'ye karşı konumlanış ile anlamını buldu. Ak Parti'nin 2002'de iktidara gelişi ve halktan 16 yıldır kesintisiz aldığı destek bu hikâyeden bağımsız değildi.
Bu işin bir tarafı. Ne var ki ben nedeninin ve tarihinin izini sürebildiğimiz kutuplaşmanın taraflar üzerindeki dönüştürücü etkisinin üzerine düşünülüp konuşulmasının bugün için çok daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle birkaç hususu belirtmemizde zaruret var.