6 Aralık’ta Kudüs’ü 'İsrail'in başkenti'olarak tanıyan ABD Başkanı Trump, bu kararının ardından ikinci adımını atarak 14 Mayıs günü ABD elçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdı.
Taşınmanın İsrail’in kuruluş gününe denk getirilmesi yine İsrail için kuruluş günü olan tarihin Filistinliler tarafından Nakba (Felaket günü) olarak anılması elçiliğin taşınması sürecinde ABD ve İsrail’in psikopatolojilerini ele veren bir sembolizm takıntısı içinde olduklarını gösteriyor. Öngörülen protestoları katliam yaparak göğüslemek iseİsrail’in sistematik bir şekilde 70 yıldır soykırıma tabi tuttuğu Filistin halkına karşı adeta bir rutini.
Yaşanan son gelişmeler ABD’in pimi çekilmiş Kudüs kararının insanlık vicdanına bir saldırı olduğunu ya da İsrail’in günlük rutini haline getirdiği terör faaliyetlerinin vahşetini göstermiyor sadece. Tüm bu olup bitenler Müslümanların bir direnç işlevi görmeyen, göremeyen etkisiz mevcudiyetlerini gösteriyor aynı zamanda. İşin esas önemli ve yakıcı olan kısmı da burasıdır.
Şehit Halil Kantarcı, yıllar önce sosyal medyada yaptığı bir paylaşımda şöyle demiş: “Hadi yine sen savaş, sen kurtar onurumuzu Filistin. Bizim işimiz, gücümüz, evlad- ıyalimiz, istikrarlı hayatımız var. Yine sen öl Filistin!”. Şehidin bu sözleri asıl yaranın nerede olduğunu gösteriyor bize.
Düşmanlarımızın vahşetinden onların insafına sığınarak kurtulamayacağız.
Düşmanlarımızın olmasında şaşılacak bir şey yok. Onların sofistike planlarının varlığı ya da korkunç emellerinin olması da değil asıl mesele.