Bir yanda 50 gündür devam eden terör saldırıları diğer yanda botlarla denizi aşmaya çalışırken ölümün yakaladığı çocuk bedenleri…
Bir yanda sınır kapılarında mülteci dramı bir yanda dışarıdan izleyen gözler için büyük insanlık sınavı...
Bir gün öncesinde Dağlıca ’da kalleşçe şehit edilen 16 askerin acısı, ertesi gün aynı yakıcılıkta yürek dağlayan Iğdır’da 12 polis memurunun şehit olduğu haberi…
Geçen hafta ‘Ak Parti’nin hikâyesi’ başlıklı bir yazı kaleme almış ve diğer siyasi partileri de zihnimde sıraya koyarak ‘Ne söylüyorlar?’ sorusuna cevap teşkil edecek ne türden bir hikâyenin taşıyıcılığına soyunduklarını irdeleyen dört haftalık bir seri yazı planlamıştım.
Ne var ki 1 Kasım seçimlerine adım adım yaklaşırken artan terör saldırıları ve gelen şehit haberleri neticesinde, Türkiye’de ortaya çıkan manzaranın hem siyasetin açık aktörleri hem de kendisini siyaseten bir yere hasretmiş kesimler ve bileşenler açısından çok da sofistike, derin bir yanı kalmadı.
‘Her şey ben yaşarken oldu bunu bilsin insanlar’ diyordu ya şair.
Evet, her şey gözlerimizin önünde ve her şey biz yaşarken oluyor.
Maskeli balo bitti, Türkiye saldırı altında! Bunu bilsin insanlar…
Herkes maskesini çıkardı, açık, aleni ve göstere göstere oynuyor.
Siyasi parti görünümlü terör uzantılarına, kaos mimarlığına soyunan ‘devlet adamı’ görünümlü kifayetsizlere, köşe yazarı görünümlü tetikçi müsveddelere, algı iğfal şebekesi gibi çalışan basın, medya networklerine, cemaat görünümlü ihanet şebeklerine kadar….