1 Kasım seçimleri neticelendi. Toplum sözünü söyledi. 7 Haziran’da neredeyse 9 puanını alıkoyduğu Ak Parti’yi bu sefer tek başına iktidar yaptı. Muhalefet partileri ise tam bir hezimet yaşadılar.
Aktüel koşulların seçime etkisi tartışılabilir. Tartışılıyor da zaten…
Lakin Türkiye’de siyaseti dizayn eden, buna muktedir olan toplum, tercihleri ve tercihlerinin sonuçları dikkate alındığında koşulları okumaya odaklı bir analiz ve çözümlemeden fazlasını hak ediyor. Koşullara fazlaca dikkat kesilmek tarihin hasılası olan sosyolojik yönelimi ve arka planı gözden kaçırma tehlikesini beraberinde getiriyor.
Sosyolojiyi merhum Erkan Yolaç’ın evet/hayır yarışmasına indirgeyen bir zavallılıkla yarı yolda kalmamak ya da Boğaziçi’nde “Hoca” olup da ortalama siyaset bilimi öğrencisi seviyesinin altında seyretmemek için partisinin ekrandaki yüzü olmanın ötesine geçmek gerekiyor. Allah muhafaza bu yapılmadığı takdirde, ekrana çıkıp “Hayır olamaz sosyolojiye de siyaset bilimine de aykırı bu sonuçlar. Ben kabul etmiyorum.” diyerek acınası komikliğin ekran yüzü olup çıkmak da var.
Sosyoloji kelimesini cümlede öğe olarak kullandığı için sosyoloji yaptığını sanan bu arkadaşlara kendi aykırılıklarını anlatmak kolay değil. Allah’tan milletin elinin ayarı yok da 4 yılda bir mutat biçimde bu arkadaşlara derslerini veriyor.
Toplum 7 Haziran’da ikaz ve alarm sistemlerinin muntazam bir şekilde çalıştığını gösterdi. 1 Kasım’da ise hiçbir kazanımını hiçbir kuşatmaya feda etmeyecek düzeyde tedbirli olduğunu da gösterdi. 1 Kasım kesinlikle 7 Haziran ile birlikte değerlendirmeli. Bence değeri de esasında orada saklı.