24 Haziran seçimleri olağanüstü bir gündem olması sebebiyle içinde bulunduğumuz Ramazan ayının olağan konularını geri plana itmiş gözüküyor.
Normal şartlarda bizim bu vakitlerde uydurma hadisleri, imsak vaktini, orucu bozan halleri televizyon ekranında fazla mesai yaparak sahura kadar tartışıyor olmamız lazımdı. Ne var ki seçim, Türk televizyonlarının Ramazan tarifesine ket vurdu anlaşılan. Gerçi evin oturma odasındaki televizyonun karşısında ayaküstü yakalandığım iftar programında ekrana yansıyan izleyici soruları, TV’de Ramazan’ın formunu koruduğunu ilan ediyor gibiydi. “Mezar taşını büyük yaptırmak günah mı?”, "Gayrimüslim mezarlığında yanlışlıkla Fatiha okudum. Günah mıdır?", türünden sorular yazılıydı ekranda.
Bu sorular, kimilerine saç baş yoldursalar da ondan daha da ötesi… Kültürün kitle iletişim araçları dolayımıyla onların mantığına esir edilerek nasıl çaptan düşürülebildiğinin trajik örnekleri aslında. Acı olan tüm bunların tam da siz aslında iyi bir şey yapıldığını düşünüyorken olması. Dini söylemin TV’de boy göstermesi pek çok kişi için olumlu görülebilir. Ne var ki bu iyimserlik televizyon dünyasına dair pek çok gerçeğin ihmali ile ancak korunabilir.
Televizyon sektör olarak eğlence sektörüne aittir ve oraya hizmet eder. Orada yer bulan her şeyin farklı bir hizmete talip olması neredeyse imkânsız kılınmıştır. Ve maalesef tek sorun bu da değildir.
*
Görsel imajın yeniden üretimini mümkün kılan “grafik devrimi” nin 19.yüzyıldaki başlangıcından günümüze kadar geçen zamanda, bu alanda yaşanan ürkütücü ivmeye bakıp bu durumun olası etkileri üzerine kafa yoran adamlar çıkmıştır. Çarpıcı tespitlerle görünürlük, görseli, görsel üretim ve bunlarım anlamı radikal biçimde dönüştüren, değersizleştiren etkileri üzerinde durmuşlardır.