Millet olarak tarih sahnesinde olalı beri hep lider olmak istemişiz. Var olduğumuz her kıtada ve dönemde devlet kurmuşuz. Yönetmek en belirleyici özelliğimiz olmuş.
Toplulukların millet olması uzun zaman aldı. Savaşlar, zaferler, felaketler derken aynı coğrafyanın insanlarında bir kader birlikteliği hâsıl oluyor. Kaderi bir olanların yolu da geleceği de bir oluyor. Bu birlikteliğin içine din, dil, edebiyat, kültür giriyor. İnsanlar, mutluluğu da hüznü de birlikte terennüm ediyor. Bunlar, hep millet olma serüveninin başında oluyor. Dikkat edelim, dünyada ne kadar millet ve devlet varsa en eski metinler destan metinleridir. Çünkü milletin ruhu vardır orada. Kader yeni başlıyor destan metinlerinde. Önce millet, sonra devlet oluyorsun.
Ortaya sosyolojik olarak bir milletin çıkması insanlık tarihi kadar eski değildir. Farklı fırkalarda yaratılmış olmamız,ilk insandan bu tarafa, biz hep aynı millettik düşüncesini doğurmamalıdır. İşte ne olduysa toplumların kendilerini farklı hissetmesi ile oldu. Kendisini çok farklı ve üstün gören her toplum ayrıldı. Kendi sınırını çizdi, kendi kendisini yönetmek istedi. Ortaya bir yöneten, bir de yönetilen çıktı.
Kurumsal alanlarıyla “devlet” kavramı da yenidir aslında. Toplumların boy, oba veya hanedanlık anlayışı ile bir güç oluşturmaları ve bir yere hâkim olmaları günümüzdeki devlet ile örtüşmez. Modern manada devlet yenidir.
Yönetme, yönetilme sürecinde en önemli ayak “adalet”tir. Adaletten sonra şûra ve liyakat gelir. Bu üçlü, zaten kader birlikteliği olan halkı organize ederek bir çatı altında toplar. Buna da devlet denir. İslam'da da devlet için bu üçlü esastır.
Bir aileyi ele alalım. Baba evin reisi diyelim. Baba, evlatları arasında âdil olmazsa sıkıntı çıkar. Devlet de vatandaşı arasında âdil olmazsa sıkıntı çıkar. İşte burada devlet babaya çok istiyor. Kim bu devlet, kimlerden oluşuyor? Kafası atan devlet kurabilir mi?