Zehir, ürkütücü bir maddedir. Kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyı öldürebilen madde olan zehir, tarih boyunca düşmanların yok edilmesi için kullanılmış. Sevilen devlet adamlarının ani ölümleri karşısında “zehirlenerek öldürüldü” iddialarının ortaya atılması da daima gündeme gelmektedir. Ayrıca intihar için de en etkili maddedir zehir.
Gelelim günümüze ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a zehir içirilmek istenmesine.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devletin kronikleşen ve çözülmesi güç meselelerin üzerine korkmadan gitmesi halkın takdirini kazanmıştı. Cumhuriyet tarihi boyunca “vatandaş-devlet” arasında örülen kalın duvarı aşan Erdoğan, birçok mihrakın ve lobinin hedefinde oldu.
Devlet denen aygıt her zaman sertti. Üstat N. Fazıl, “Müdür Bey dert dinler, bugün maruzât!/ Çatık kaş… Hükûmet dedikleri zat” dediği dizelerinde devletin evsafını sıralıyordu. Ne yazık ki devlet, vatandaşı için hep çatık kaşlıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile çatık kaşlı devletin yüzü yumuşuyor, tebessüm ediyordu. Vatandaş-devlet kaynaşması, barışması dediğimiz hal başlamış oluyordu. Siyasî adımlar bir hesaba, seçimde toplayacağı oya göre atılırken, Erdoğan ile tamamen vatandaşın gönlüne, derdine göre adım atılır olmuştu. Erdoğan’ın her adımıyla vatandaşın çözülemez denilen problemleri çözülür hale geliyordu. Yine de çözülemeyen veya çözülmesi istenmeyen problemler vardı. Bunların başında şüphesiz terör belası vardı. Doğu ve güneydoğu illerimizin etnik yapısını da kullanan PKK’nın bilhassa Kürt vatandaşlarımıza ve ülkemize verdiği zarar, masada en büyük problem olarak duruyordu. Ne yapıp edip bu problemi çözmek isteyen Erdoğan, her türlü riski göze alarak adımlar atıyordu.
2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı tarihî konuşmasında Erdoğan şöyle diyordu: “Türkiye ne kadar Ankara ise İstanbul ise ne kadar Konya, Samsun, Erzurum ise o kadar da Diyarbakır'dır. Bunu böyle biliniz. Bu ülkenin her yerinin kokusu, rengi, sesi, musikisi, farklı bir lezzete sahiptir, bunu böyle bilmenizi istiyorum.”