Zaman su gibi akıyor. Ömür gidiyor. Geriye bıraktığımız anılarla defterimizi dolduruyoruz.
Ömrümüzü törpülüyoruz.
Peki, halimiz nedir? Kendi dünyamızdan başlayarak sosyal çevrelere kadar fotoğrafımızı çektiğimizde nasıl görünüyoruz?
Sokakta değiliz, yaşamıyor gibi yaşıyoruz aslında. Mendil satan eli yüzü kirli çocuk ne ifade eder? Ya soğukta bir kaldırımda tartıcı çocuk! Camilerdeki dilenciler, kalabalıkların arasına dalan seyyar satıcının kan ter içindeki hali… İtmeli arabasına “millî servet taşıyorum” yazan hurdacının elinin kirinden temiz midir kalbimiz? Huzur evlerini kaplayan yalnızlık kadar mı yalnızız? Bir köyün şehre göçmeyen son yaşlısı kadar mı sadakatliyiz? Vasiyetinde, öldüğünde köyüne gömülmek isteyen gurbetçi kadar mı bağlıyız hayata? Sayılacak onlarca şey varken bizler servetimizi saymaya devam ededuralım!
Ne oldu bize böyle? Nereye gidiyor bu toplum?
Uzaklaşıyoruz birbirimizden. Dünyalarımız küçüldükçe küçülüyor. Kendimizin dışında bir hayat yok gibi yaşamaya başladık. Parçalara ayrıldıkça ayrılıyoruz. Birlikte yaşama arzusu azaldı. Tahammülümüz zayıfladı. Katlanabildiğimiz ve bize katlanabilen dostlarımız yok oluyor. Kaçıyoruz birlikte mutlu olabilmekten. Bireyci bir psikoloji topluma kurt gibi girmiş durumda. İçten içe kemiriyor toplumsal bütünlüğü. Bu gidişata nasıl dur denecek?