“Afrin’e giremezsiniz! Esip gürlüyorsunuz ama Amerika ve Rusya’yı karşınıza alamazsınız! Türkiye, Afrin’de büyük bir direnişle karşılaşır.” demişlerdi. Lafı evirip çevirip duruyorlar. Çark edenler şimdi de “Afrin’in etrafını saralım ama şehrin içine girmeyelim, şehrin içine girmek çok kayıp verdirir!” diyor.
Türkiye’nin Suriye politikasıyla başlayan gerek ulusal gerekse uluslararası tartışmalar devam ediyor. Güney sınırlarımız boyunca Akdeniz’e uzanan koridorun ulusal güvenliğimiz açısından tehlike ve tehdit oluşturması yeni değil aslında. Bugün ortaya çıkan Afrin sorununun temeli daha eski.
Irak’ın kuzeyi ve Suriye sınırları boyunca yerleşen terör unsurları Suriye iç savaşıyla ortaya çıkmış değil. Saddam döneminde ve baba Esed döneminde de Türkiye için daima bir tehdit vardı. PKK’nın Suriye kamplarını biliyoruz.
Biz, bugün “dost-düşman” tanımlamasını sürekli değiştiriyoruz. Aslında Orta Doğu’yu dinî ve etnik temelli gruplaşmalara ayıranlar ve çatışmaların fitilini ateşleyenler de aynı mihraklar. Bugün Irak ve Suriye’de kullanılan silahların ve mühimmatların sağlayıcısı olan devletlerdir asıl düşman. Gözü dönmüş Batı ve yayılmacı sömürge devletler, Müslüman toplumların yumuşak karnını iyi biliyor.
Mezhebî ve etnik ayrılıkları gündemde tutmak ve bu farklılıklar üzerinden siyaset üretmek bizi bölmeye yetiyor. Kerbelâ olayından beridir kendimize gelemiyoruz. Kendi kendimize düşman olarak yetiyoruz. Ne yazık ki bu coğrafya halkları siyasî olarak basiretsiz davranıyor. Çokça oyuna gelen Araplar ve Kürtler, her defasında yüzüstü bırakılıyor. Yine de akıllanmıyorlar!
ABD, Rusya ve Batı, bölge halklarının en büyük hayalinin bağımsız bir devlet kurmak olduğunu iyi biliyor. Çeşitli dönemlerde bu hayal uğruna, bu coğrafyada çok Müslüman kanı döküldü. Emperyal güçler, bu coğrafyadaki yeraltı zenginliklerini düşünürken, bölge halkına ise illa “bağımsız devlet” dedirtiyorlar. Herkes bağımsızlık sevdasına kapılıp birbiri ile çatışıyor.