Kudüs deyince bir diriliş ve direniş geliyor aklıma. Binlerce yıllık serüven. Gökte yaratılıp indirilen destansı kutsal şehir Kudüs. Paylaşılamayan cennetâsâ şehir Kudüs. Hurma ve asma bahçeleriyle hayat fışkıran müstesna güzellik.
Acıyı, aşkı, ayrılığı, çileyi, sabrı ve ilahî hikmetleri barından esrarlı şehir Kudüs. Evet, Kudüs defalarca işgal edildi. Kudüs’ü fethetmek bir aşktı. Kudüs’e hâkim olamamak bir komutan için ne acı şeydi.
Kudüs’ü anlatmayan, bilmeyen, yazmayan, söylemeyen bir şairin sözü yarımdır. Kudüs’e bakmayan bir göz güzellikten mahrumdur. Kudüs’ü notasına almayan bir sanatçının ruhu çoraktır. Kudüs’ü resmetmeyen bir ressamın fırçası kırık, boyası renksiz ve soluktur.
Kudüs’ün acısını, esaretini görmeyen bir yönetmenin, senaristin filmleri gerçeklikten ve insanın çilesinden, hayatından uzaktır. Kudüs’ü dert edinmeyen, dava olarak görmeyen bir siyasinin hayatı boştur.
Kudüs’ü anlatmayan bir öğretmen, Hz. İbrahim’i ve atasını bilmiyor demektir. Her başarısında Kudüs’e selam göndermeyen bir kişi kıblesini bilmiyor demektir. Kudüs’ü bir aşı gibi çocuğuna zerk etmeyen bir anne, sütünü çocuğundan esirgiyor demektir.
Nuri Pakdil, “Gel Anne ol/Çünkü anne/Bir çocuktan bir Kudüs yapar” dizelerini işte bunun için söylemişti.