Gelimli gidimli dünya, ölümlü dünya burası. Unutuyoruz. Heybemizde muhabbet kalmadı. Nasıl varırız menzile?
Zirvelere eriştik ama davalarımızı aşağılarda unuttuk. Zirveye kendimizi çıkardık yalnızca. Göründük! Yalnızca keyfimizi sürüyoruz. Dertleşmeyi, başkalarının derdiyle hemhal olmayı unuttuk. Kalbimiz yoruluyor. Zira kalbi besleyen gıda muhabbettir. Şimdi muhabbetsiz ve merhametsiz kaldık.
İnsanların çoğu menfaat odaklı bir araya geliyor. Öküz ölüyor, ortaklık bozuluyor. “Pazara kadar değil, mezara kadar dostluk” diyenler yok oldu.
Sevgi varlık sebebimizdi. Aşk ise hakikati arayışımız. Hakikati yok ettik. Boşlukta gezinen ve beyhûde ömür süren gafillerden olduk.
İnsanlarımızın çoğu sevgisinde, aşkında samimi değil. Derdimiz olmak değil, görünmek oldu. Herkes görünme çabasında. Oysa dünyaya gelişimizle varmak istenilen nokta “olmak”tır yani kemâle ermek. Evet, olmak için de ölmek gerekir. Öldürmek gerekir çoğu gereksiz şeyi.
Hayatımızda neyin eksik, neyin fazla olduğunun muhasebesini yapmıyoruz çoğu zaman. Gerçi çoğumuz nicelik peşindeyiz. Maddî büyüklük önem kazandı. Göze görünen, gönülde yer kaplamıyordu oysa. İnsan gördüklerine inanır olunca gönül hanelerimizde derin boşluklar oluştu. Neyle dolduracağız bu boşlukları? İçimizde gittikçe derinleşen kuyular artıyor. Düştükçe düşüyoruz, eksildikçe eksiliyoruz.