Demokrasinin parçaladığı bir toplum olduk. Parti parti ayrıldık. Toplum ateş hattında. Sevginin yerini sövgü aldı. Toplumun psikolojisi zedelenmiş, güven duygusu lekelenmiş durumda. Fikirler ise yayından fırlamak üzere olan bir ok gibi. Önümüzde iki seçenek var: Seçim mi, geçim mi?
Tartışma kültürümüz zayıfladı. Konuşmalar sertleşti. Konuşma yerine bağıran çağıran kişiler olduk. Kimliğimizi de en çok partimiz belirler oldu. Partilerin yön verdiği bir toplumda savrulup duruyoruz. Günlük değişen gelişen siyasetin cenderesinde kıvranıyoruz. Dostluklar zayıfladı. Kopuyoruz, kaçıyoruz, bölünüyoruz.
Sosyal ortamlarda hatta aile ortamlarında bile kişilerin birbirine tahammülü kalmadı. Sabırsız, fevri ve asabi adamlar olduk. Önyargılarımız kesin hüküm oldu. Herkesi mahkûm ediyoruz bu şekilde. Yargılama değil, hemen infaz var!
Cezayı, ezayı çekenler de hep aynı kesim. Birileri ise işine devam ediyor. Kazancını katlıyor, makamını büyütüyor, yoluna devam ediyor. Cepheye sürülen saf ve samimi halk ise büyük büyük davaların mücahidi, savaşçısı zannı ile cansiperane mücadele veriyor. Azılı boğa karşısında bir gün kaybedecek olan zavallı matadorlar olduk. Sürüldük meydanlara. Vah ki vah halimize!
Ülkemizde her seçim birbirinden kritik oldu. Bu seçim ise daha bir kritik durumu deruhte ediyor. Seçme-seçilme güzel ama bu güzelliğin sonucunu garibanlar niye göremiyor? Demokrasi için mücadeleyi halk yapıyor ama bunun keyfini seçkinler çıkarıyor.
Türkiye’de sağ-sol, İslamcı-milliyetçi, liberal hangi kesimde olursa olsun ezilenler alt tabakayı oluşturan halk oluyor. Bu topraklarda bile ne yazık ki gizli bir burjuva- proletarya ayrımı var. Devlet-vatandaş arasındaki kavganın yumuşadığına şahit oluyoruz. Ancak seçkin kesimin bakışı hiçbir zaman halk ile aynı olmadı. Gerçi Cemil Meriç, “Bizde kavga burjuva ile proleter arasında değil, yosun intelijansa ile Türk halkı arasındadır.” demekte. Yosun intelijansa da burjuvazinin içinden çıkıyor. Bu durumda kavga edenlerin en zayıfı yine halktır. Olan halka oluyor.