Üniversitelerimizde yaşanılan sorunlar bitmiyor. Bir zamanlar rektörler meydana çıkıp, bilim insanlığı sıfatını unutarak siyasete ayar vermeye çalışıyorlardı. “Ordu göreve!” pankartlarıyla ceberut bir sıfata bürünüyor, zulüm üstüne zulüm yapıyorlardı. Kimi öğrencileri, akademisyenleri kılık kıyafetinden veya düşüncesinden dolayı mağdur ediyorlardı. Kampüsler sanki kışla idi. Kazanılmış hakları ellerinden alınan birçok akademisyen üniversitelerden uzaklaştırılmıştı.
Bazı sıkıntılar ile gündemi işgal eden üniversitelerimizi konuşmak ve sorunlarını çözmek zorundayız. Dünkü sorunlara pek benzemese de bugünkü sorunlar da aynı kafanın sonucudur aslında. Biz, daima sonuçları tartışıyoruz. Sorunların temeline dokunmuyoruz.
Son on beş yıllık dönemde birçok alanda olduğu gibi üniversitelerde de değişimler, dönüşümler yapıldı. Öncelikle üniversite sayıları artırıldı. Her yere üniversite açma fikri bugün amacından uzaklaşmış gözüküyor. Bu fikir ilk başta üniversitelerin ve YÖK’ün idari yapısını değiştirmeyi amaçlıyordu. YÖK kısa sürede olmasa da sonunda bir değişim yaşadı. Bu değişim, YÖK’ün otoritesi anlamında değil, tamamen YÖK’e hâkim olanlar bakımından oldu. YÖK’e mevcut siyasî iktidarla uyumlu çalışabilecek ekip gelirse her şey düzelir sanıldı. YÖK’ün yönetim yapısı zamanla değişti. Böylece bir zulüm haline dönüşen “kat sayı” problemi çözülmüştü. Bu iyi bir gelişme idi.
2007 yılından itibaren Cumhurbaşkanı değişimi ile üniversitelerde ve YÖK’teki değişim siyasi iktidarı rahatlattı. Ancak bu rahatlık, üniversitelerin içindeki huzursuzlukları yok etmeye yetmedi. Daima bir çekişme yaşanılan ve kamplaşmalara sebep olan rektörlük seçimleri en büyük sorun olarak durdu. Ta ki 15 Temmuz’dan sonra OHAL kapsamında çıkarılan KHK ile rektör belirleme işi değişene kadar bu sorun devam etti. Şimdi seçimsiz bir sistemle rektör belirleniyor. Bu sistemin daha iyi olduğu söyleniyor. Gerçi bu sistemde de siyaseten kim daha güçlü ise o adayın şansı yüksek deniliyor. Bu durumun doğurduğu başka sorunlar da çıkmaya başladı. Aynı mahallenin çocukları birbirine düşüyor! Her işte olduğu gibi burada da herkes kendi adamını seçtirme derdine düşmüş durumda.
Üniversitelerimizde şu günlerde basına yansıyan ve birçok genç akademisyenin canını yakan bir sorun var. “ÖYP” li araştırma görevlileri! Evet, bu sorunun bir an önce çözülmesi gerekir. Zira hukuk ve demokrasiden bahsediyorsak kazanılmış hakların korunmasını sağlamak gerekir.
ÖYP konusunu paydaşlarla birlikte yeniden ele almasını, rektörlerin de 50/d’den 33/a’ya geçişleri âdil bir şekilde değerlendirmesini umuyor ve bekliyoruz.” şeklinde talepleri olan genç akademisyenlere kulak vermeliyiz.