Türkiye, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle başlayan, 2015’te iki, 2017’de bir, 2018’de iki oylamayla, 4 yılda 7 kez sandığa gitti. Mart seçimleri sekizinci oylama olacak ve yaklaşık altı ayda bir seçim ortalamasına sahip bir evrenin kapanmasını ifade edecek. Kapanacak olan herhangi bir siyasi dönem değildir, biri politik düzene diğeri siyasal sosyolojiye ilişkin iki önemli sonucu olmuştur. İlk sonuç kişiselleşmiş iktidar düzeni, parti-devleti modeli ve fiili kuvvetler birliğinin kurumlaştığı plebisiter-otoriter siyasi bir fasıla geçişe, tarihi büyük kırılmaya işaret eder. Kırılmanın arkasında, AK Parti iktidarının kesimler ve değerler arası sentez/köprü politikalarını, buna bağlı olarak “özgürlük-siyaset-sorun çözümü” ilişkilerine dayalı stratejiyi terk etmesi yatmaktadır. Diğer bir ifadeyle karşı karşıya kaldığı siyasi riskler, sorunlar ve (Suriye’de Kürt meselesi, darbe girişi, devlet krizi gibi) yeni siyasi girdiler karşısında ve bunları vesile ederek, otoriter ve muhafazakar bir cumhuriyet yönetim inşasına yönelmesi bulunmaktadır. 2014-2018 arası seçim maratonu bu paradigma değişiminde yerine getirdiği plebisiter işlevle önemli bir rol oynadı. Değişim ve yeni düzen inşası bir yandan halk onayına ve desteğine açılmış, öte yandan plebisiter siyasi iklimde muhafazakar topluluk hassasiyeti, iktidar tarafından, tehdit, tehlike, beka, özgüven ve özellikle muhafazakar kazanım girdisi veya kayıp riski gibi vurgularla yeniden oluşturmuştur. Nitekim saydığımız seçimler içinde ana omurgayı 2014 Ağustos ayında cumhurbaşkanın ilk kez halk tarafından seçilmesi, 2017’de referandumla başkanlık sisteminin onaylanması, 2018’de ise bu sistemin fiilen uygulanmasına start veren başkanlık seçimi meydana getirir. 2015 ve 2018 genel seçimleri ise bu geçişi mümkün kılan, teyit eden, bu çerçevede siyasi bir atmosferi, ittifakları, ayrışmaları ortaya çıkaran rol oynadı.