2015'in de son günlerinde Cumhurbaşkanı'nın yanında Başbakan ve
hükümet de anayasa değişikliği meselesini gündemin ana
maddelerinden birisi haline getirdi. Nitekim yılın son önemli
toplantısının, Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Erdoğan
başkanlığında, Başbakan Davutoğlu, kimi başbakan yardımcıları ve
bakanların yaptığı toplantının da ana konusu anayasaydı.
Bu toplantıdan üç temel fikir çıktığını daha sonra Başbakan'ın
açıklamalarından anlamak mümkün.
İlk fikir, bir revizyon anayasası değil bir reform anayasası
hazırlanması, 12 Eylül anayasasının tümüyle devre dışı bırakılması,
ikinci fikir başkanlık rejimini esas alacak bir anayasa için
seferber olunması, üçüncüsü kapsayıcı vatandaşlık kavramının öne
çıkması şeklinde tanımlanabilir.
Ortada iki gerçeklik var.
Bir yandan AK Parti, doğal siyasi liderinin konumunu ve siyasetin
merkezinin fiilen Beştepe'ye kaymasını dikkate alarak başkanlık
sistemine geçmek istiyor.
Öte yandan Türkiye'nin yeni bir toplumsal sözleşmeye, yeni bir
vatandaşlık tanımına, yargı düzenine, yamalı bohça haline gelmiş,
cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle iyice şirazesi
bozulmuş 12 Eylül anayasasının yarattığı aksaklıklardan kurtulmaya
ihtiyacı var.
Bu ikinci ihtiyacın yapısal nitelik taşıdığına şüphe yok. Umarız
Türkiye basınıyla, akademisyeniyle, siyasetçisiyle aşırı sığ,
kişiye endeksli partizan bir tartışma haline sokmadan bu yapısal
ihtiyacın gereğini yerine getirir, gerçek bir tartışma yapar.
Bununla birlikte, Türkiye'nin siyasal koşullarına, siyasi merkezin
fiilen Beştepe'ye kaymasına, buna dair toplumsal meşruiyet haline,
halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı statüsünün ürettiği “çatışma
risklerine” bakınca, başkanlık sistemi tartışmasının öne çıkması
kaçınılmaz görünüyor.
Başkanlık sistemi, yarı başkanlık sistemi ya da parlamenter sistem,
hangisi tercih edilirse edilsin, temel olan bazı hususlar var.
Kuvvetler dengesi ve denetim meselesi elbet bunlardan birisi...
Ancak bu meselenin esası, sadece anayasal kuvvetler ilişkisinde
değil, yetki devir mekanizmalarında, aktörlerin tam ve özerk yetki
kullanımında, devletin iç işleyişinde yatar. Siyaset karşısında
sosyalden kültürele uzanan diğer alanların, ya da alt siyasi
sahaların denetime tabi özerkliği sağlamak, bu açıdan demokratik
hukuk devletinin temel ilkesidir.