Pazar günü siyasi olarak önemli bir eşik geçildi. AK Parti
Serpil Çevikcan'ın deyişiyle ilk başkanlık kongresini
gerçekleştirdi.
“Ben sindiremedim, biliyorum siz de sindirmediniz” diyen, ancak
asli gücün Erdoğan olduğunu, memnuniyetsizliklerin bu güç
karşısında anlam taşımadığını teslim eden, bunu kendi ayrılışını
“birlik, bütünlük” ifadeleriyle tanımlayarak örnekleyen
Davutoğlu'nun veda konuşmasının satır araları da elbette
önemliydi.
Ancak belirleyici olan “güç” ve “gelecek”...
Nitekim ilk “başkanlık kongresi”, muhtemel bir başkanlık sistemine
dair ipuçları taşıyordu.
En azından bu kongrede, başkanı veya başkan adayını seçen ve
seçecek güçlü bir siyasi parti modeli değil, doğal bir başkanın
yoğuracağı ve yön vereceği bir siyasi parti yapısı, AK Parti
örneğinde, kesinleşti. Bu durum, şüphe yok ki, AK Parti'nin
anayasal, yasal düzeydeki arayışının esaslarını tarif etmektedir.
Bu açıdan bakıldığında, AK Parti 2. Olağanüstü Kongresi, “kurum
yerine şahıs ve lider” esaslı, “talep yerine arz ve takdir
ağırlıklı” bir yönetim tarzına işaret eden bu esasların ilk
mayalanma yeri olmuştur.
Bu, “güçlü lider-tabi parti” modeli, Pazar günü AK Parti'nin yeni
genel başkanı Binali Yıldırım ve divan başkanı Bekir Bozdağ
tarafından bir kez daha, ancak bu kez son derece açık ve rahat
olarak dile getirilmiştir. Bozdağ'ın, 'AK Parti, Tayyip'in
partisidir' kurumsal olarak var oldukça da Tayyip'in partisi olmaya
devam edecektir” sözleri bu açıdan son derece kuvvetli bir
tariftir.
Yeni bir anayasa hazırlanmasına kadar geçecek “siyasi içtihat
dönemi” de, muhtemelen aynı esaslara tabi olacaktır.
Siyasi dengelerin müsaade etmesi halinde, başkanlık sisteminin
başlangıç tarihi en erken 2019 gibi görünmektedir.