Kendisiyle kavga eden, kendisine ait kültürel, tarihi, dini her unsuru o güne yönelik siyasi işlevlerle faydacı bir şekilde tanımlayan bir dokumuz var…
Böyle yaptıkça o unsurlarla ya da o unsurlar etrafında çatışma yaşayan ve çatışmayı siyaset olarak tanımlayan bir anlayışımız var.
Bu dokunun ve anlayışın milliyetçiliği de, solculuğu da, İslamcılığı da, liberalliği de kendisine has olur.
Çatışmadan, dipsiz bütünleşme krizinden, aşırı siyasallaşmadan ve faydacılıktan beslenir.
Bu nedenle Türkiye'nin temel sorunlarından birisi uzlaşma kültürü eksikliği ve ötekini kabul meselesi olmuştur, kendi toplumsal farklılıkları ve dinamikleriyle yüzleşme sorunu olmuştur.
Her krizde, her ''yeni'' durumda, her girdi karşısında savrulmamız, dağılmamız, kutuplaşmamız, yer ve ittifak değiştirmemiz önemli ölçüde buradan kaynaklanır.
Zira böyle durumlar, döner dolaşır, bildik çatışmaları, ayrışmaları tekrar gündeme getirir ve derinleştirir.
Ve siyasallaşmış ortalama vatandaşın davranış kalıbı bellidir:
Siyasi gelişmeler karşısında önce siyasi tavırlar, gardlar alınır, ne olup bittiğine daha sonra bakılır.
Siyasi pozisyon alma, düşünceyi, anlamayı, tartışmayı ve ilkeyi ezer.