Partili partisiz, entelektüel sanatçı, muhalif kesimden kimi
okusanız, kim söyleşi verse, kim konuşsa, “siyasi doğruyu” ve
“mahalleye uygun davranış”ı temsil eden, bir tutumdan hareketle,
size ülkenin hiç olmadığı kadar kutuplaştığını söylediğini
görürsünüz.
Gerçekten böyle midir?
1960 darbesinden sonra tencere çalarak dans edenleri, 1980 öncesi
5000 kişinin hayatını kaybettiği iç savaş halini, Maraş, Çorum
katliamlarını, 1980 darbesi ve sonrasını, ölümcül sağ sol
kutuplaşmasını, imhacı Kürt politikasını, 1990'lı yılların
cinayetlerini, Susurluk dalgasını, 28 Şubat'ta Müslüman bakkala
dahi açılan sivil savaşı unutan “kısa hafıza” böyle
düşünebilir.
Hatta böyle düşünmeyi besleyen bir konjonktür olabilir.
Nitekim Türkiye son bir kaç yıldır farklı ve sert siyasi koşullarda
yaşıyor. Yıllar içinde genişleyen siyasi alan, yukarıdan aşağı
dikey ve hiyerarşik bir örgütlenme yaşıyor. İnşa döneminde yeni
arayışlar ve pozisyonlarla yol alıyor, değişim arayışı krizlerle iç
içe giriyor. AK Parti'nin siyaset anlayışı sadece bir araç değil,
kendi başına bir siyasi tartışma nesnesi, hatta sorunu haline
gelmiş durumda. Ve gerginlikler yükseliyor.
Tüm bunlar toplumsal grupların içine kapanma haline, toplumsal
sentez açısından bir gerilim tablosuna işaret ediyor.