PKK isyanı 1984'te başladı. İnsani, siyasi, sosyolojik
sonuçlarıyla 30 yıllık bir çatışma öyküsü var karşımızda. Bu
öykünün bize öğrettiği en önemli husus öfke, meydan okuma, ret,
tehdidin çatışmayı sadece azdırdığı, çözümü daha da uzaklaştırıp
zorlaştırdığıdır.
Meydan okumalar zaman zaman tarafların kendi içlerinde yaptığı
konuşma şeklinde, zaman zaman ilişkilerin gerilmesi üzerine kamuoyu
önünde meşruiyet arayışları ve strateji ilanları şeklinde karşımıza
çıkarlar.
Türkiye bunun türlü örneklerini çok kez yaşadı.
Nitekim son seçim kampanyası sırasında gerek Cumhurbaşkanı'nın,
gerek Başbakan'ın kullandığı, Kürt Hareketi'ni doğrudan hedef alan,
çözüm süreciyle ilgili sınır ve ön koşul tanımlayan, müzakere,
taraf ve masa tabirlerini reddeden dil daha çok seçim gereklerinin
bir sonucu olarak değerlendirilmişti.
Ancak daha sonra özellikle Rojava'da ortaya çıkan yeni durum, iki
kantonun birleşmesi karşısında AK Parti hükümetinin tehdit algısı
ve politikası, PKK'nın silah bırakmasının çözüm sürecinin devamının
ön koşulu olduğunun defatle vurgulanması, HDP'ye yönelik
güvensizlik konjonktürel olmaktan öte yapısal bir durumu, stratejik
bir yenilenmeyi ifade ediyor