Yeni dönemde Kürt sorunu ülkenin başını ciddi olarak ağrıtmaya devam edecek gibi duruyor.
Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın, AK Parti'nin verdiği kararlılık mesajları, güvenlik politikalarının devamına dair işaretler, çözüm sürecinin tarz ve aktörlerine geri dönülmeyeceğine dair açıklamalar birbirini takip ediyor.
Güvenlik vurgulu bu strateji (ki daha çok “siyasetsizlik” kokusu veriyor) iki algı ya da tespit üzerine oturuyor.
İlki, Kürt hareketinin Güneydoğu'daki yeni eylem dalgasının egemenlik arayan bir kalkışma kadar, Ortadoğu'daki Türkiye'ye yönelik bir dizi ittifakla iç içe bir durum olduğu algısıdır. Bu durum, AK Parti ve devlet çevrelerinde, siyasi yollarla, mevcut siyasi cihazlarla cevap verilmesi mümkün ve söz konusu olmayan iki katmanlı tehdit olarak algılanıyor. En azından açıklamalar, vurgular, brifingler bu algıya işaret ediyor.
İkincisi, PKK'nın Suriye sınırı boyunca uyguladığı yayılma-kökleşme politikaları, bunun Türkiye'deki silahlı özerklik adımlarıyla iç içe girmesinin yarattığı tehdit algısıdır. Bu ikinci algı da, aynı birincisi gibi AK Parti açısından siyasetin ötesine aşan bir hale işaret ediyor.
Hemen altını çizelim. “Güç politikasına” işaret eden bu durumun bir benzeri aslında Kürt cephesinde de var.
Dün Kürt siyasi hareketinin çözüm süreci sonrası stratejisine değindik. Bu strateji, özetle, Suriye ve Türkiye'nin Kürt bölgeleri arasındaki entegrasyona, fiili özerklik zorlamalarına, toprak egemenliği arayışına uzanan bir nitelikte. Dolayısıyla güç unsurunu öne itiyor, parlamenter siyaset unsurunu ise geri çekiyor.
Peki, bu noktaya nasıl gelindi? Çözüm sürecinin siyasi ortamından nasıl ve neden çıkıldı?