Son yaşananlardan sonra, bir kez olsun, takıntılarımızla,
yargılarımızla, kimliklerimizle, sabit siyasi pozisyonlarımızla
değil, aklımızla tavır almayı becerebilecek miyiz, bilmiyorum?
Ama bunu kuvvetli bir şekilde temenni ediyorum.
Önümüzde her zaman olduğu gibi çok parçalı bir resim var.
Atlatılan darbe, bunun işaret ettiği devlet krizi, temizlik gereği,
bunu takiben bir restorasyon meselesi, restorasyonun hakkaniyet,
adalet ve hukuk ilkeleri içine yapılması...
Akılcı bakış, her biri diğeri kadar önemli olan bu parçaların
oluşturduğu bütünden yola çıkmayı talep eder.
Bunun için de önce kimi çıplak gerçekleri görmek gerekir.
İlk gerçek, şüphe yok ki, tekrar tekrar altını çiziyoruz, Gülen
cemaati gerçeğidir.
Hanefi Avcı dün bir Tv kanalında mealen şunları söylüyordu:
“Yaşanan sadece bir askeri kalkışma değildi. Askeri, sivil tüm
kanatlarıyla Gülen cemaatinin hazırladığı ve uygulamaya koyduğu bir
darbe girişimiydi, bu girişim devletin tüm kilit noktalarını nasıl
kontrol ettiklerini gösteriyor. ”
İfadesinde cemaatçi olduğunu itiraf eden Genelkurmay Başkanı Yaveri
Levent Türkkan, “ordu içinde ayrı cemaat hiyerarşisi yoktur, her
subay sivil abilerle ilişki içindedir” diyor ve darbenin hazırlanma
biçimine dair bir ipucu sunuyordu.
Kısa bir süre önce kabul edilen FETÖ iddianamesinde şu satırlar yer
alıyor:
“Gülen ve cemaati, 1971 yılından itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri
içerisinde örgütlenmeye çalışmaktadır. 1984 yılından sonra bu
faaliyetler yoğunluk kazanmıştır. O dönemde TSK içerisine
yerleştirilen bu öğrencilerin birçoğu şu anda kurmay albay veya
general rütbesindedir (...) TSK içinde kadrolaşmak için paralel
yapı 1994 yılında Harbiye giriş sınavı öncesi Türkçe sorularını
çalıp ele geçirmiştir.