Bir süre önce Türkiye bir tahliye skandalına tanık
oldu.
Tutuklu cemaat polis ve mensuplarına ilişikin tahliye kararı,
onları tutuklayan hakimlerin tümünün soruşturma dosyasıyla ilgili
yetkilerinin kaldırılması, mevcut kanunlar, mahkemelerin görev
alanları, bugüne kadar yaşanan yargı darbeleri dikkate alındığında
bir operasyon görüntüsü taşıyordu.
Kanunlarda, mevzuatta fare deliği arayan, bulduğu boşluktan giren,
bunu uygun hakimlere denk getirerek yargının gücü ve yetkisini
siyasi çıkarlar etrafında garip tutuklama ve tahliye kararları
görüntüsüne bir yenisi ekleniyordu.
Türkiye'de kimilerinin polis ve yargıç kılığında fedailer, hatta
haydutlar haline gelmesi, stratejik bir yayılma planıyla HSYK'da,
savcılıklarda, mahkemelerde, Yargıtay'da kritik köşe başlarını
tutmaları, Türkiye'nin en büyük demokrasi açıklarından birisine,
son derece önemli bir otoriterleşme kaynağına işaret
etmektedir.
Tahliye kararı bu sorunu alabildiğine gösterdi.
Bu durumda beklenen, doğal olarak HSYK'nın devreye girmesi, bu
kararı veren hakimlerin hukuki denetime tabi tutulmalarıdır. Bu
denetim sonucunda ilgili yargıçların kasıtları olsa da olmasa da
(bu da elbet bir ihtimal) sicil cezasından görevden alınmaya, hatta
ciddi kanıtlar varsa meslekten men etmeye kadar uzanan
yaptırımlarla karşılaşmalarıdır.