1830'larda başlayan, kökü daha eskiye Osmanlı'nın ilk toprak
kayıplarına giden ve biteviye Anadolu'ya doğru akan yaklaşık 150
yıllık bir Müslüman göçü, bizde millet oluşumunda önemli bir rol
oynamıştır.
Kitlesel göçler, yol kayıpları, maruz kalınan kırımlar Anadolu'ya
hem Kuzey'den ve hem Batı'dan gelen Müslümanların ortak
tecrübesidir. Türlü travmalar içeren bu öykü, bugün kadar uzayan
tarihsel ve toplumsal ciddi bellek izleri bırakacaktır.
Kaybedilmiş mallar, verilmiş canlar, buna karşılık gelinen yeni
topraklarda gasp edilmiş mallar, alınmış canlar, bu çerçevede
yaşanan çatışmalar üstüne oturan bir süreçtir bu.
Kimlik kurucu bir yönü vardır.
Bu açıdan üç unsurun altını çizelim...
1. Zihniyette güvenlik fikri ve arayışının belirleyici önemi,
devlet, ordu ve koruyucuya “aşkın” bir anlam yüklenmesi…
2. Kendisine benzemeyeni, kendisinden olmayanı, dışarıyı, değer
farklılığını güvensizlikle karşılayan bir yerlilik hali ve kuvvetli
bir “öteki” duygusu…
3. Cebirle kaybetme, cebirle ele geçirme arasında giden gelen
“sahip olma” öyküsü…
Bu unsurlar milliyetçi duygu ve tepkilerin de temelinde yatar.
Bunlar toplumsal ve siyasal kabarma dönemlerinde türlü biçimlerde
hissedilir. Öylesine ki, bu kabarma, zaman zaman, ülkeye hakim
çatışma eksenlerinden kimilerini öne iter, kimilerine geriye
çeker.
Bugün de böyle evreye yakınmıyız?