Türkiye'de siyasi bakışlar genelde sorun, itiraz, tepki
merkezlidir.
Geleceğe ilişkin bitmek bilmez bir kaygı hali de bu durumu besler.
Endişe arttıkça “sorun merkezli algı” artar.
Bu açıdan bakıldığında karşımızda iki büyük mesele bulunur...
Bu meseleler geleceğe ilişkin kaygılardan beslendikleri kadar
geleceğe ilişkin kaygıyı da beslerler ve fasit bir daire
oluştururlar...
Bunlardan ilki siyasete ve devlete, diğeri topluma
ilişkindir...
Merkeziyetçi ve müdahaleci bir yapı, siyasi yetki-siyasi sorumluluk
mekanizmasındaki çarpıklıklar bildik yapısal sorunlar arasında yer
alır. Bu koşullarda devlet ve siyasetin bir hakemlik olmaktan çok,
taraflar arasında bir taraf olması şaşırtıcı değildir. Böyle bir
devlet ya da siyaset anlayışının, otoriter yöntemlere başvurmadan
toplumu ve toplumsal değişimi yönetmesi beklenemeyeceği gibi, sorun
çözmek kadar sorun üretmesi kaçınılmazdır.
Gelelim ikinci meseleye..
Bu mesele, çeşitli toplumsal kesimlerin kendi aralarında meydana
gelen gerginliklerden kaynaklanıyor.
Biz entegrasyon sürecini tamamlamamış, dış dünyayı hala cemaatler
olarak ve cemaatler halinde algılayan, dolayısıyla gizli açık,
laik, dini, etnik, siyasi, ekonomik cemaatlerden oluşan toplumuz.
Toplumsal gruplar ve çeşitli kesimler arasındaki toplumsal iletişim
kopukluklarından muzdaribiz...
Şüphe yok ki bu durum toplumsal ve yapısal bir zaaf oluşturur.
Ancak asıl sorun bu zaafın çeşitli girdiler, siyasi kararlar ve
değişim baskısı karşısında aldığı biçimlerdir. Toplumun bu
çerçevede zaman zaman ciddi toplumsal bütünleşme krizlerinin
ocağına düşmesidir.
Nitekim izole ve türdeş birey anlayışı üzerine kurulu muhafazakar
ve cumhuriyetçi, dindar ve seküler siyasi değerler, toplumsal
kimliklerin farklılaşmasına ve farklılıklarıyla eşitlenme
taleplerine cevap veremezler.
Bugün iktidara yönelik tepkilerin kökeninde kimi otoriter
uygulamalardan çok, kimi toplumsal kesimlerin farklılaşma ve
eşitlenme çabasına yönelik beyaz Türk reaksiyonunun yer alması bu
yüzdendir.
Benzer tablo muhafazakar kesimde de karşımıza çıkar. Kimlik ve
mağduriyet merkezli analizler, tutumlar buna bir örnektir.
Tepkime böyle olur.
Kürt kimliği, laik kimlik, İslami kimlik, Alevi kimliği sadece
devlet karşısında bir durum ya da sorun yaratmakla kalmazlar. Aynı
zamanda birbirleri için sorun olmaya başlarlar...