Ahlak önce insanın kendisiyle ilgilidir. “İç sorgulama, iç
hesaplaşma, içe dönük şüphe ve soru”yla ilişkilidir. Soruya ve
hesaba ötekinden başlayan, adapta da, ahlakta da kefenin öbür
tarafına geçer. Siyasette de, hayatta da formül zor ama basittir:
Önce kendine, sonra ötekine ve olduğu gibi, eğmeden, bükmeden,
çarpıtmadan…
Madem bu efendiler (Doğan Akın ve tayfası) gazete patronlarının
basın dışı faaliyetlerine, iktidarla ilişkilerine kazandıkları
paranın niteliğine, işten çıkarılan meslektaşlarına, ahlaki
bulmadıkları manşetlere, yayın politikalarına, medya elitinin
varlığına, müesses düzene açık itirazı, hatta meydan okumayı
“gazeteci-lik etiğinin olmazsa olmaz” koşulu kabul ediyorlar; madem
bu konuda infazlara soyunup, sağa, sola, siyaseten
beğenmediklerine, kendi duruş ve façalarını bozanlara hesap
soruyorlar; madem etik gerekleri keyfince tanımlıyor ve kendilerine
yontuyorlar, bu konuda kimi soruları onlara da yöneltmek, “peki sen
kimsin” sualini sormak gerekmez mi?
Küçük hatırlatmalar:
Şubat 2001. Milliyet Gazetesi'nin yeni yayın yönetmeni Mehmet Y.
Yılmaz büyük kıyıma girişiyor.Patron talimatıyla Doğan Heper,
Yalçın Doğan, Umur Talu, Duygu Asena, Nilgün Cerrahoğlu ve Zeynep
Oral'ı işten çıkarıyor.
Doğan Akın da o gazetede. Muhabir değil, yazar da değil. Gazetenin
yayın politikasının dişlilerinden birisi, haber müdürü.
Peki tepkisi?
İtiraz mı ediyor, gazeteden mi ayrılıyor, açıklama mı yapıyor?
Hiç biri…