Ortada bir kapan var. Ortadoğu kapanı, hatta tam adını koyalım:
Kürt kapanıdır bu.
Değişim büyük:
Ortadoğu'nun Kürt toplulukları ve Kürt hareketleri hızla alan
genişletiyor, ufuk derinleştiriyor, tarihsel olarak yol alıyorlar.
Üç büyük Kürt hareketinden ikisi KDP ve YNK (Talabani) Kuzey Irak
Kürtlerinin bağımsız bir devlet kurması peşinde koşuyorlar.
Diğer baskın Kürt hareketi PKK ve onun hattında varlığını sürdüren
PYD ise Kuzey Suriye'de kanton yönetimiyle özerk bir alan
oluşturmuş durumda. Bu kantonları birleştirerek Türkiye'nin Güney
sınırında birleşik bir Kürt bölgesi meydana getirme ve burada
kökleşme hedefini güdüyorlar. Dahası Türkiye'nin Kürt bölgesini de
bu oluşumun bir devamı olarak görüyor, görmek istiyorlar. Ve
Türkiye topraklarında bu istikamette bir egemenlik savaşı
yürütüyorlar.
Yakaladıkları kimi fırsatlar var:
ABD IŞİD'e karşı verdiği mücadelede, İran ve Rusya Ortadoğu'da
kökleşme çabalarında, Suriye'deki Kürt hareketini bir tampon, bir
araç, bir silah olarak kabul ediyor ve kullanıyorlar. Bu durum,
doğal olarak, PKK-PYD'nin meşrulaşma, yol açma, ilerleme çabaları
için büyük bir fırsat oluşturuyor. ABD ve Rusya'yla eşanlı ilişki
kurmaları şu an için bir çelişki oluşturmuyor. Nitekim kimi
bölgelerde ABD'nin yanında IŞİD'le mücadele ediyor, kimi bölgelerde
Esat ve Rusya'nın yanında rejimle savaşan El Nusra gibi örgütlerle
çatışıyorlar.
Rusya'nın PYD'ye ve Kürt koridoruna sahip çıkması bir vakıa.
İran'ın, Türkiye'yi Suriye sahnesinde oyundan iyice düşürmek için
PKK'ya verdiği stratejik ve lojistik destek artık tartışma
götürmüyor. ABD'nin PYD'yi, onun silahlı kolu olan YPG'yi,
Türkiye'nin talep ve baskısına rağmen, açık bir dille müttefik ilan
etmesi ise son günlerin en sıcak gelişmesi...
Rüzgar PKK-PYD'nin arkasından, Türkiye'nin karşısından esiyor.
Türkiye'nin varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü Suriye'de Kürt
bölgesini engellemek için elinde her hangi bir koz yok. PYD'nin
meşrulaşması süreci açısından da durum böyle.
Kapanın ilk ayağı bu.
Sınır ötesinde bu denge varlığını sürdürdükçe, Kandil'in Türkiye'de
sokak savaşı, hendek siyaseti tarzı girişimlerini durdurması,
egemenlik alanı oluşturma, kantonlaşma stratejisinden geri adım
atması akla yakın görünmüyor.
Devletin elinde, mevcut paradigması çerçevesinde, kendi sınırları
içinde kullanabileceği tek araç güvenlik önemleri. Bu önlemlerin
pek çok sonucu var. Bunlardan birisi de kent ve kasabaların
boşalması, tahribatı ve kalıcı güvenlik alanları haline
dönüşmesi...
Kamu otoritesinden gelen “bugün yarın temizlik bitecek, kamu düzeni
tesis edilecek” açıklamaları, geçmişe ve mevcut dengelere bakılınca
oldukça naif kaçıyor. Bu, bölge halkının önemli bir kısmının PKK
eylemlerini benimsememesine rağmen böyle. Zira benimsememe, devlet
bakışına ve pozisyonuna yaklaşma anlamına gelmiyor.
Ayrıca bu güvenlik alanlarının varlığı ve koşulları hak
ihlallerine, savaş görüntü ve sonuçlarına yol açtıkça, oluşan
uluslararası imaj “devlet versus Kürt halkı” ve “ceberrut devlet”
şeklinde oluyor. Bu, Ekvator'da bile Türkiye'nin karşısına
çıkabiliyor. Velhasıl haklılık yetmiyor.
Kapanın ikinci ayağı da bu.
Peki Ankara ne yapıyor?
Türkiye'deki durumla ilgili olarak haklı olduğunu söylüyor,
kendisine karşı hakikati tahrif eden algı operasyonları
yürütüldüğünden söz ediyor.
Peki, bunun bir etkisi var mı?
Ciddi olarak tartışmalı...
Ankara Suriye'deki durumla ilgili olarak ise sert açıklamalar
yapıyor. Rusya'yı Esat'ı desteklemekle, muhalefeti vurmakla, yeni
göç dalgası oluşturmakla haklı olarak eleştiriyor ve suçluyor.
Cumhurbaşkanı PYD'yi sahiplenen ABD'yi sert dille eleştiriyor.
Peki bunun karşılığı ve sonucu var mı?
Şu ana kadar yok. Devletlerin çıkarlarını dikkate alırsanız, olma
ihtimali de çok düşük.
Bu da üçüncü ayak...