Pazar günü siyasi hayatın kritik bir virajından geçeceğiz.
Zorunlu ya da anayasal seçimler için ülke sandık başına
gidecek.
Bir önceki seçimin ana teması AK Parti'nin başkanlık sistemine
geçiş için anayasal çoğunluğu elde edip edemeyeceğiydi. Bu söz
konusu olmadı.
Ve HDP'nin barajı rahatlıkla geçmesi, AK Parti'nin ciddi bir oy
kaybıyla karşı karşıya kalması, koalisyon zorunluluğu ve
görüşmeleri, takip eden uzlaşmazlık geçen 5 ayın bilançosunu
oluşturdu.
Temmuz ortasından itibaren terör eylemlerinin ülkeyi kuşatması,
IŞİD'in Suruç, Diyarbakır, Ankara saldırıları, PKK eylemleri,
güvenlik tedbirleri, çatışmalar, ölümler buna eklendi.
Özetle siyasi konjonktür ve dengeler 5 ayda ciddi bir değişikliğe
uğradı.
Zorunlu seçimlere bu koşullar altında gidiyoruz.
Yapılan kamuoyu araştırmaları Kasım seçim sonuçlarının Haziran
seçimlerinden çok farklı olmayacağını gösteriyor. Başka bir
ifadeyle son sonuçlar bir “yol kaza”sına değil, birikimle oluşmuş
ve kalıcı görünen “son denge hali”ne işaret ediyor. Bununla
birlikte, bu denge değişmeksizin, bir kaç puanlık oy artışıyla AK
Parti'nin tekrar tek başına iktidar olabileceğini biliyoruz.
Kasım seçimlerinin ana temasını da bu oluşturuyor.
Sonuçlar AK Parti'nin tek başına iktidarına mı işaret edecek?
Yoksa yine koalisyon zorunluluğu mu ortaya çıkacak?
Kabul etmek gerekir ki, her iki durumun da Türk siyasetinin genel
dengeleri ve gidişi açısından olumlu ve olumsuz yönleri
bulunuyor.