Siyasi alanın otoriter bir şekilde yeniden yapılanması, siyasi eylem ve ifadeye ilişkin kısıtlar, siyaset-toplum ilişkilerinde yukarıdan aşağıya çalışan bir mekanizma, siyasi iradeyle toplum arasındaki demokrasinin kurum ve katmanlarını sıradanlaştıran otoriter-popülist, hatta plebisiter bir “demokrasi” algısı, milli iradenin siyasi iktidarda “sahıslaşması”yla doğan siyasi itaat düzeni, bunların ürettiği yoğun bir kuvvet temerküzü...
Bunlar Türkiye'nin son dönemdeki ciddi sorunları...
AK Parti'nin ilk evresini ise tümüyle tersi şu tarz tespitlerle tanımlardık:
Siyasi alan ve temel hak ve özgürlükler sahasının genişlemesi, büyük sosyolojik bir eşitlenme, eski kast rejiminin yıkılması, siyasetin, hatta tüm siyasalın toplum tarafından kuşatılması, toplumsal değerlerin etkileşiminden doğan yeni bir kamusal alan algısı, bunlara paralel olarak yükselen toplumsal özgüven, İslam-demokrasi evliliğine işaret çoğulcu bir model ışığı, sivilleşme ve benzeri hususlar...
Bunlar da geldiğimiz nokta ne olursa olsun Türkiye'nin ciddi demokratik deneyimleri, kısmi kazanımları...
Dönem değerlendirmesi yaparken, dönemin konjonktürel zeminlerine bakarken, Türkiye ve Batı arasında karşımıza ilginç bir paralellik çıktığını görmek gerekir.