Türkiye, siyasi tarihi açısından belirleyici bir dönemi geride
bıraktı.
Bu “dilimin
başlangıcı” Türkiye'nin modernleşme
öyküsünde ulaştığı yeni bir safhaya işaret eder. Sözünü ettiğimiz
bir dönem toplumun“çevresi” kabul edilen
aktörlerin iktidara geldiği, güç ve imkan açısından yer
değiştirmelerin yaşandığı, siyasal merkezin yeniden yapılandığı bir
safhadır.
Bu safha iki farklı ve gergin kitlenin, seküler ve muhafazakar
dokuların temasının yaydığı kıvılcımlanmaları hep içermiştir. Bu
açıdan, biraz içeriden bakıldığında değişim öyküsünde öne çıkan bir
tür iktidar kavgası, onun yarattığı tahribat ve yeniden ürettiği
yerleşik zihniyet olmuştur.
Uzak açıyla bakıldığında ise görülecek olan ise, bu
zaman “diliminin sonu”nda varılan noktadır.
Bu nokta sosyolojik anlamda iki büyük toplumsal kesim arasındaki
eşitlenme halidir, en azından eşitlenme eğilimidir.
AK Parti'nin ana politikası, ülkenin kurucu modelini aşağıdan
yukarıya, dışlananları oyuna sokarak, kendi temsil ettiği kitleleri
iktidar kanallarına yaklaştırarak değiştirmekti. İstediğini önemli
ölçüde başardı. Eski sistemi kurumlarıyla, aktörleriyle doğru ya da
yanlış yöntemlerle dağıttı.