Olağanüstü bir durum yaşadık ve olağanüstü tedbirler sayfası
açıldı.
Olağanüstü durumlar ve olağanüstü tedbirler hemen her zaman hem bir
gerekliliğe hem endişelere işaret ederler.
Gereklilik, bizdeki örnekte, topluma, devlete, rejime dair bir tür
olmak ya da olmamak meselesi, bir beka sorunudur. Ordu, adliye,
eğitim başta olmak üzere tüm bir devlet yapısından hasta doku
temizlenmeli, onlardan boşalan yere ise sağlıklı doku
yerleştirilmelidir.
Endişe ise çok yönlüdür, pek çok soruyu beraberinde getirir.
İlk soru demeti şudur:
Bu kirli doku temizlenebilecek midir? Bu kadar etkin olabilmiş bir
dokunun toplumsal katmanlarda, devlette yaygınlığının önüne
geçilebilecek midir? Örgüt derinliğine ve yaptığı ittifaklara dair
bilinmeyenlerin bu kadar çok olduğu bir ortamda, yaşadığımız
felaket tekrar eder mi?
İkinci soru grubu şöyledir:
Tekerrür korkusu, evin içine kadar sızabilen, tüm sistemin
damarlarına yayılmış gizli teşkilat endişesi ürettiği güvensizlik
ruh haliyle, siyasi iktidarı, siyasi liderleri “mutlak
biat/sadakat”, “tam aidiyet arayışı”na ve devleti bu istikamette
inşa etmelerine iter mi?
Üçüncü soru grubu:
En az 100.000 insanı konu alan idari ve adli tedbirlerde (açığa
almalarda, meslekten çıkarma, müsadere kararlarında, tutuklama ve
kovuşturmalarda kaçınılmaz görünen) hata payı ne olacaktır? Kötüye
kullanma ya da baskının sıradanlaşması, örneğin emniyette,
adliyede, idarede yetkililerin “başıma iş gelmesin, benden çıksın”
ya da “araya şu da karışsın” eğilimi ne kadar öne çıkacaktır?
Bu soru ve sorunlar sadece Türkiye için değil, bu tür bir durumla
karşı karşıya kalacak tüm ülkeler için geçerlidir.