Zor bir dönemden geçiyoruz. Gerginlik boğucu etkisini her biçimde, her bakımdan gösteriyor. Soluduğumuz sorunlar itibariyle iç ve dış politika bu açıdan bir bütün oluşturmaya başladı.
Komşularla sıkıntılar ortada.
İran, Rusya, Suriye ayrı ayrı ve hep birlikte birer kriz ve risk merkezine dönmüş durumdalar. Arap Baharından bu yana Türkiye'nin Batı'yla ilişkileri, aradaki konjonktürel çıkışlara rağmen aşağıya doğru seyrediyor. Model olma övgüsünün yerini ağır ithamlar almış durumda. Türkiye'deki basın özgürlüğü ve iç siyaset tartışmalarının iyice yorduğu AB ilişkileri kimi Avrupalıların da arzu ettiği üzere, son gelişmelere rağmen, hala buzdolabında...
Tüm bu konularda haklılık haksızlık tartışması bir yana, sonuç itibariyle baktığınızda bir “yalnızlık kokusu” alıyorsunuz...
Türkiye belki yalnızlaşmış bir ülke değil, zaman zaman kıyısında seyrediyor.
Yalnızlaşma, öfkelenmeye ve içe kapanmaya yol açar. Bu noktada değiliz, ancak zaman zaman emarelerini yaşıyoruz. “İç ve dış tüm meseleleri siyasi ve toplumsal sorunlar olmaktan çok bir haklılık, komplo, kuvvet ve asayiş sorunu olarak” algılamak, bunları “düşmana endeksli üretilmiş sorun yumakları” olarak görmek, “siyaset ve meydan okuma arasında aşırı bağlar” kurmak, yeni tabirlerle ifade edilse de bildik ve son dönemlerde sıkça karşılaştığımız bir durum haline gelmeye başladı.