Müslümanların dağılmışlığı, parçalanmışlığı önemli bir sorun. Bu
sorun hemen bütün hayatı, şimdiyi ve geleceği etkiliyor. Umutlarını
tüketenler başkalarından medet umarlar. Gözlerini, güçlü olan kimse
onlara dikerler. Onlarla birlikte kendilerini kurtarmayı
düşünürler. Bu düşünüş giderek kökleşir ve karşılık bulursa o
millet kendisini ölüme ve yıkıma terk eder. Bir millet kendi
geleceğini bir başka millete bırakır ve umutlanırsa bu onun için
hiç de iyi ve hayırlı bir sonuç olmaz. Kendi kendisinin yıkımını
hazırlar.
Bugünün görünümü ne yazık böyle. Güç ve korkuya yenik düşüyor. O
zaman da kendisine en yakın olabilecek olanı tercih ediyor. Ya da
kendisine en çok umut verene bağlanıyor. Bu bağlanış kendisini
güçsüz kılıyor.
Müslümanların geleceği Müslümanlarla birlikte olmakla olur. Batı,
Orta Çağ karanlığından kurtulmak için aydınları cesaretle seslerini
yükselttiler. Umutsuz olmalarına, korkunç bir geleceğin kendilerini
beklediğini bildikleri hâlde cesaretle bir kıvılcım çaktılar,
karanlığa cılız ışıklarını tuttular. Ancak önlerini
görebiliyorlardı. Kilise ile krallığın korkulu duvarlarını zamanla
aştılar. Müslümanların özgür ve rahat olduğu bir zamanda oldu bütün
bunlar. Müslümanlar Batı’ya yüzünü çevirdikten sonra kompleksten
kurtulamadı. Onlara sokuldukça sokuldu. Geçen zaman Müslümanların
aleyhine işledi. Ve bugüne gelindi. Dağılmış bir Müslüman coğrafya,
umutsuzluğa kapılmış ve yenilmiş, gelecek umudunu yitirmiş bir
millet.