Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’i, yeni bir devlet kurmaya ikna eden komutandır. Hatıralarında Mustafa Kemal’in, tıpkı Enver Bey’in yaptığı gibi Osmanlı hanedanından bir hanım sultanla evlenip devleti o şekilde idare etmeyi düşündüğünü yazar.
Kazım Karabekir’in Doğu cephesinde bulunduğu dönemde en çok çekindiği husus, Kürtler’in tıpkı Ermeniler gibi ayrılık yoluna girmeleridir. Bunun olmaması onu en fazla mutlu eden olaydır. İdris-i Bitlisî’nin Kürt aşiretlerini Osmanlı Devleti’ne katılmaya ikna etmesinden bu yana Kürtler, kendilerini devletin asli unsunu olarak görmüş, ayrılıp bir devlet kurmayı düşünmemişlerdir. Cumhuriyet kuruluncaya kadar da kimlik problemi yaşamamışlardır.
Cumhuriyet’ten sonra Anadolu’yu yurt edinmiş onlarca boy, soy ve farklı kimlik gibi Kürtler de tek bir potada, üst çatı olarak tarif edilen “Türklük” potasında eritilmek istenmiştir. Halbuki Kürtler, Büyük Selçuklu’da da, Osmanlı’da da kendi kimlikleri ile var olmuşlar, dilleri ve kültürleri ile varlıklarını devam ettirmişler, ayrı bir devlet olmak yerine devletin bir parçası olmayı tercih etmişlerdir.
***
Cumhuriyet döneminde Kürtlerin, Türklüğün bir parçası olduğu tezi sadece teoride kalmamış, bunu kabul ettirmek için devletin gücü kullanılarak baskı üstüne baskı yapılmıştır. Bırakın Kürtçe yayınları, şarkı türkü söylemek bile yasaklanmıştır. Şehir isimleri değiştirilmiş, bulundukları bölgede insanlar kaderlerine terk edilmiş, Türkiye’nin kalkınan batı kesimlerinde ikinci, üçüncü sınıf işler yapmak zorunda kalmışlardır.
Tüm bunların sonucunda ayrılıkçı fikirler ortaya çıkmış, önce komünist bir örgüt olarak ortaya çıkan PKK, Kürtlerin ayrı devlet kurma fikrini sahiplenip bunu silahlı mücadeleye dökmüştür. Kürtleri Türklerden ayırma, farklı ırk ve soydan kesimler arasına husumet sokma düşüncesi, Türkiye’yi parçalayıp gücünü azaltmak isteyen batılı ülkelerden de fiili olarak büyük destek görmüştür.