Önce Hz. Ömer’den bir kıssa..
Halife, akşam karanlık bastıktan sonra, kendisini biraz da gizleyerek, sokakları geziyor, kendisine aktarılmayan sorunlar var mı, yerinde tespit etmek istiyor.. Kısa çaplı bir ağlama mı diye biraz dinledikten ve sorunun basit olmadığına kanaat getirdikten sonra..
İçeriye “Girmemize izin var mı?” diye seslenip.. “Buyrun” denildikten sonra..
Selam ile çadıra giriyor:
İçerdeki tablo, gözleri yaşartacak cinsten..
Halife döneminde bile, istisnai olarak bu olayların yaşanabileceği, ama vazifelerimizi yapma konusunda müteyakkız olmamız gerektiğini gösteren kıssaya devam edelim..
Evin içi karmakarışık. Çocukların gözleri, ağlamaktan şişmiş. Yaşlıca bir kadın ocağın başına oturmuş, hem ateşin üzerinde kaynayan tencereyi karıştırıyor, hem de halsizlikten dizinin dibine serilen çocukları susturmaya çalışıyor.
Yaşlı kadın, izin isteyerek giren kişinin selamını alıyor, ama onun Hz. Ömer olduğundan habersiz..
Soruyor halife:
“Valide bu yavrular niye böyle durmadan ağlıyor?”
Kadın içini çekerek “iki günden beri açlar da ondan” diye cevap veriyor..
Hz. Ömer (r.a.), “Niye önlerine yemek koymuyorsun?” diye sorunca..
İçini döküverdi, kadıncağız:
“Sen şu ateşte kaynayanı yemek mi pişiyor sandın; ne gezer!.. Yavruları avutabilmek için çakıl koydum tencereye; durmadan kaynatıyorum. Pişirecek hiçbir şey yok.”
Hz. Ömer (r.a.) kadıncağızı dinlerken bir mum gibi eriyor, yüzü asılıyor, kadının sözünü bölerek, “Halife Ömer’e neden başvurup durumunu anlatmıyorsun?” diyor.
Kadıncağız birden hiddetlenerek, “O, müslümanların reisi, baş bekçisi değil mi? Onun gelip benim derdimi sorması gerekmez mi?”